Antoine de Saint-Exupéry'nin 1943'te
yayımlanan Küçük Prens (Le Petit Prince) romanı (Türkçede
novella / kısa roman tabiri yaygın olmadığı için direkt roman
demeyi tercih ediyoruz.) Dünya edebiyatının en etkileyici
eserlerindendir. Eserde kitabın anlatıcısı ve Dünya dışı bir
gezegenden gelen Küçük Prens'in hikâyesi üzerinden yetişkin
bireylerin değer yargılarına eleştiri getirilir. Eser, birtakım tiplere yer vermiş olması ve felsefi yaklaşımı
dolayısıyla klasik özellik taşır. İnsanı yansıtmadaki
başarısı dolayısıyla Küçük Prens üzerinden Türkçe rap'e
bir bakış atmak istedik. Eserde yer alan her bir kahramanı rap
camiasından uygun gördüğümüz bir karşılıkla eşleştirerek
benzerlikler üzerinde durmaya çalışacağız. İsabetli noktalara
değinmeye çalışacak olsak da bunun espri mahiyetinde bir girişim
olduğunun göz ardı edilmemesini temenni ederek başlayalım. (Şunu
da belirtelim ki sözler için şarkı sözü sitelerinden
faydalandık, dolayısıyla sözlerde ufak tefek hatalar olabilir.)
Küçük Prens - Harpya
Romanda içimizdeki çocuğu temsil
ettiği söylenebilecek olan Küçük Prens'in en belirgin
özellikleri yalnızlık ile huzur ve anlam arayışıdır.
Şarkılarında bu tür bir ruh hâlini yansıtan Harpya ile Küçük
Prens arasında pek çok yönden benzerlik kurulabilir:
Küçüklük & Yetişkinlerle zıt
düşme - Romanda Küçük Prens çocuk yaşta olup yetişkinlerin
dünyasını anlamakta zorlanan bir karakter olarak karşımıza
çıkar. Bununla birlikte yeri geldiğinde bir yetişkinin akıl
edebildiğinden daha fazlasını akıl edebilecek olgunluktadır.
Harpya da geçmiş dönemlerde yazdığı şarkılarında yaşının
küçüklüğüne, simasının çocuksuluğuna ve yaşından
beklenmeyecek olgunluğuna değinmiştir:
Kimlik yaşı ufak yaşlıyım
(“Saplanınca Karanlığa” [feat.
Aborjin])
Hâlâ çocuksu bir yüzüm var
(“Birilerinin” [feat. Assai])
Hiç uyuşmuyor aynadaki bu sıfatla
düşünceler
(“Ayna”)
Küçük Prens naif mizaçlı olsa da
yeri gelince öfkelenebilmektedir, romanda anlatıcıya öfkelendiği
bir kısım vardır:
“Tıpkı büyükler gibi
konuşuyorsun.
Bu sözler beni utandırmıştı. O
ise acımadan sözünü tamamladı:
“Her şeyi birbirine
karıştırıyorsun, karmakarışık ediyorsun.”
Gerçekten çok öfkelenmişti. Pırıl
pırıl saçları rüzgârda uçuşuyordu.
“Bir gezegen görmüştüm, kırmızı
suratlı biri yaşıyordu orada. Bir kerecik olsun çiçek
koklamamış, hiç yıldız görmemiş, hiç kimseyi sevmemiş.
Sayıları toplamaktan başka bir şey yapmamış hayatında. Yine de
bütün gün senin gibi 'Önemli bir adamım ben! Ciddi bir adamım!'
der dururdu. Gururundan yanına varılmazdı. Ama adam değil
mantarın tekiydi.” (Antoine de Saint-Exupéry, Küçük Prens,
Çeviri: Cemal Süreya & Tomris Uyar, Can Yayınları, 8. baskı,
Ocak 2016, s. 33-34.)
Harpya da şarkılarında insanlara ve
dünyaya olan öfkesini dile getirebilmektedir, şu satırlarda da
her zaman naif kalamadığına işaret ediyor:
Hayat, sana bir şey diyeyim, tadın
eski tadın değil
Bıkkınım, düşündüğün kadar
Ezgi hanım değil.
(“Saplanınca Karanlığa” [feat.
Aborjin])
Bir bombayım, hasarlısın benim
pimimi çekince
(“Şüphe Yok”)
Küçük Prens gibi Harpya da
yetişkinlerin dünyasını anlamlandıramamaktadır:
Yapay zekâ her birimiz, kodlarımız
hazır,
Peki soruyor musunuz biz nasılız
asıl?
(“Yapay Zekâ” [feat. Handi])
Büyüdük, elimize verilen bir tutkal,
bir de maske
Karşı çıkarsan rastgele nefrete,
kafanda kasket olmalı
Kanun kötek ve kasvet. Sokaklar hapse
benzer
Eli cebinde cirit atarken nefret,
yüzüne güler
İçe dökülür tüm yaşlar, bir de
bunu hazmet
Kolaysa deyin “Bizi umursar biri”;
umursamaz seni yahut beni
Irk, din, cinsiyet, ayakta kalan
düşünce veya cinsiyet kimliği
Bölündük parça parça, sana akça
pakça yutturulan metaforlar gece hortlar
Cebe para olarak inen vicdanı da
uyuturlar
(“Dünya Küçük” [feat.
MelodiRhyme])
Bu sebeple Harpya içindeki çocuğun
ölmesini istemez:
Rastlantıma bak, her şey, her ihtimal
de aleyhime
Yaşanan her bir karanlık iter insanı
kadehine
Fısıltı en yakında, şeytan
izlemekte nefsimi
Ele geçirmesin, biraz çocukluk kaldı
ruh dibinde
(“Şüphe Yok”)
Küçük Prens'in tavırları
yetişkinlerin dünyasıyla tezat teşkil etmektedir, Harpya da belli
değer ve tutumları dolayısıyla kimi insanlardan ayrı bir yerde
durduğunu söyler:
Hiyerarşik düzlemde ancak
simgeliyorum taşrayı
(“La Coupable”)
Bu işlenmiş karmaşada yürüyen
insana
karşı benim hayallerim kaldı
pastoral
(“Pastoral”)
İzindeyim kendi yolumun her neyse adı
(“Pastoral”)
Estetik duygusu - Küçük Prens
doğadaki güzellikleri sever. Gezegeninde en değer verdiği şey
gülüdür, kendisini en huzurlu hissettiği anlar gün batımı
manzarasını seyrettiği anlardır. Gezegenindeki zararlı baobab
filizlerini hiç ihmal etmeden her gün söküp atar. Harpya'nın da
doğayı ve gün batımı manzarasını sevdiğini bazı şarkılarının
kapak fotoğraflarından anlayabiliyoruz. Parçalarında şiirselliğe
önem vermesi, kimi şarkılarında Fransızca sözlere yer vermesi
(Küçük Prens'in orijinal dili de Fransızcadır) ve özellikle
Vareste EP'de kullandığı altyapılar da müzikte estetiğe bağlı
kalışının göstergeleridir. Müziğe duyduğu bağlılığın
şiddetini de şu sözlerle dile getirmiştir:
Düşmana dönüştürür beni müzikten
ayıran
(...)
Bende müzik ve sözler, en değerli an
bu.
(“Külüstür” [feat. MCB])
Mahlasını zikrettiği satırlarda da
kızıl göğe işaret eder:
Keyfi kapıp kaçan bir Harpya'yım ben
ve kanatlarım
süzülürken göz diktiğim semalarım
koyu kızıl
(“Tarantulalar”)
Harpya'nın Cadillac marka arabaya
yaptığı atıf da estetik duygusuna bağlanabilecek bir tercihtir:
Vilayet değiştirirken istedim bi'
Cadillac
(“La Coupable”)
Küçük şeylerle huzur bulma - Küçük
Prens huzuru küçük şeylerde (gün batımı manzarası seyretmek,
bir su kuyusuna yürümek vs.) arar:
“Sizin Dünya'da insanlar,” dedi
Küçük Prens, “bir bahçede beş bin gül yetiştiriyorlar; yine
de aradıklarını bulamıyorlar.
“Bulamıyorlar,” dedim.
“Oysa aradıkları tek bir gülde,
bir damla suda bulunabilir.” (s. 92-93.)
Küçük Prens suyun yüreğe de iyi
gelebileceğini düşünür ve bir su kuyusuna yürümekte de anlam
bulur. Harpya da şarkılarında kahveye özel bir atıf yapar ve
sadece ona erişmekte değil, ona doğru yürümekte de anlam bulur:
Uyandım, bakındım pencereden uzun
sokağa
Her bir detayı kurcala, zaten sonra
ucu kaçar
Bu hissizlik furyası kafamı kurcalar
Bir kahve iyi gider, o an mutfağıma
adımlar
(“Gece” [feat. MCB])
Harpya'nın şarkılarında kahve,
hayatın olumsuzlukları karşısında onu dinginliğe eriştiren bir
içecek olarak gözükür:
Bak güneş doğar, bu ahşap evin
duvarlarındaki gerçekleri
silmeye mecalim yok; kahvemi yapıyorum,
sen de ister misin?
(“Dünya Küçük” [feat.
MelodiRhyme])
Bi kahve ver, çok yoruldum ama
manzaram güzel
(“Uzaktan”)
Harpya'ya huzur veren bir başka şey
de elbette dinlediği müziklerdir:
Oysa beni rahatsız etmez yalnızca bir
ruh
Karanlık oda ve sürekli değişen
müzikler
(“Gece” [feat. MCB])
Yalnızlık - Küçük Prens yalnızlık
duygusuyla doludur. Gezegenindeki gül kibri dolayısıyla ona fazla
teveccüh göstermez, Dünya'ya gelmeden önce uğradığı
gezegenlerdeki kişilerin tavırlarını anlaşılmaz bulur, dünyada
karşılaştığı kişiler de ondaki yalnızlık duygusunu kalıcı
şekilde dindirecek kadar güçlü bir etki yaratamazlar. Harpya da
insanların tutumlarını eleştirir ve yalnızlığa sığınır:
Anla ahmak, herkesin derdi geride
kalmamak
(“Ayna”)
Tek isteğimdi anlaşılmak gizlediğim
düzende
(“Oğlak Dönencesi”)
Kafama göre takılıp bu aralar
odamdayım
(“Ruhumun Senfonisi”)
Yüzler arttıkça artar omzumdaki
yükler
Oysa beni rahatsız etmez yalnızca bir
ruh
Karanlık oda ve sürekli değişen
müzikler
(“Gece” [feat. MCB])
Harpya'nın karşılaştığı
yüzlerin ondaki yükleri arttırması gibi Küçük Prens'in diğer
gezegenlerde karşılaştığı kişiler de ondaki şaşkınlığı
arttırmaktadır. İlgili bölüm sonlarında yer verilen cümleler
bu artışı hissettirir: “Büyükler çok garip oluyor.” (s.
49), “Büyükler gerçekten çok tuhaf oluyor.” (s. 51),
“Büyükler gerçekten çok, çok tuhaf oluyor.” (s. 53),
“Büyükler tepeden tırnağa olağanüstü kişiler canım.” (s.
58).
Küçük Prens'in yalnızlık
duygusunu en derinden veren kısım kitabın 19. bölümüdür:
Küçük Prens yüce bir dağa
tırmandı.
(...) sipsivri tepelerden başka
hiçbir şey ilişmedi gözüne:
“Günaydın,” dedi usulca.
“Günaydın... Günaydın...
Günaydın...” diye karşılık verdi yankı.
“Kimsiniz?”
“Kimsiniz? Kimsiniz? Kimsiniz?”
“Hepiniz dostum olun. Yapayalnızım.”
“Yapayalnızım... Yapayalnızım...”
“Ne tuhaf bir gezegen!” diye
düşündü Küçük Prens. “Her yer kuru, her yer sivri, her yer
sert ve acımasız. İnsanlarda da düş kurabilme gücü hiç
yokmuş. Ne söylerseniz onu tekrarlıyorlar. Benim gezegenimde bir
çiçeğim vardı, söze ilk o başlardı...” (s. 73-74)
Küçük Prens etrafa yüksek bir
tepeden seslendiği için kendi sesini geri duymuş ve bu akis ondaki
yalnızlık duygusunu beslemiştir. Var olan şeylerin anlamsızlığına
ve var olmayan şeylerin mevcudiyeti fikrine Harpya'da da rastlarız:
Olmayanlar beklenir ve olmayanlar
evleri doldururken
Olanlar hiç olduramaz bir şeyi!
(“Olmayanlar”)
Melankoli - Küçük Prens belki de
kendisinden beklenmeyecek derecede hassas ve melankolik bir yapıya
sahiptir. Roman boyunca yalnızlık çektiğini, aradığı huzuru
tam manasıyla bulamadığını ve romanın sonunda bir çeşit
intihara yöneldiğini görürüz. Harpya da hemen her şarkısında
melankolik ruh hâlini yansıtır:
Gülmek istedim fakat vitrinde kalmıştı
kahkaham
(“Birilerinin” [feat. Assai])
Ne anlamlıydı çerçevede kalan
kahkaham
(“Olmayanlar”)
Karıncalanan bir kafayla devam ederdim
günlere
(“Gece” [feat. MCB])
Paspal kanatlarım açılıyor, der
“Bugün uçmayalım”
Tanıyor bu asfalt beni önceden
çakıldığım
(“Pastoral”)
Sert bir kış geldi, çelme takıp
devirdi beni
Bavullarımı kapı önüne attı,
artık duruldu zihin
Elimden her şeyimi aldı, kalmadı
hatırı kalan bir şey
Hatırlamaya başladım, her şey
unuttuğun gibi
(“Metilfenidat Derneği”)
Artık gitti elimden çoğu şey,
farkındayım
Çocukluğumun benden beklentisinin
altındayım
Şimdi tek kurşunumuz kaldı, o da rap
yapmak
Nasılsa ben düştüm diye kimse
sarsılmadı
(“Göçebe” [feat. Zeval])
Alın herkesi ve yalnız kalıp
delireyim
Tanrı benden öç alır gibi, bu
yağmuru dindirip
gelip kafeste çevirin, son kez o sesi
dinleyeyim
Ben alışırım ama sana obsesif
biriyim
(“Dünya”)
İzlediğin film değil, hayat; çöker
başa kara
bi bulut, o zaman anlarsın bastığın
yaş taşa
Ona da kinle kalkıp dersen “işlerim
tastamam”
Sonra düşer birden yıldız sandığın
taş başa
Benim de içtiğimi dizdiğim bi'
buzdolabı kenarı
Bir öfke var ki dinmiyor kustuğumda
azalıp
Sustuğumuz azalıp bitmiyor içtiğimde
ilacı
Korku somutlaştı, çünkü dolabımda
yarısı
(“Bullshit” [feat. Zeval])
Küçük Prens romanın sonunda
gezegenine geri dönmek ister, ama bedeninin ağır oluşunu bahane
ederek intihara yönelir. Harpya da bedeninin kendisine yük oluşu
ve intihar düşüncelerine yer vermiştir:
Yürü bedenim, aşinayım her bir
nefrete
Bir gün senden de çıkacak ruhum tek
nefeste
(“Şüphe Yok”)
Korkuyorum bazı zaman intihar
bencillik diye
Tahammül yok, geri gelmem kapıyı
çekince
(“Şüphe Yok”)
Küçük Prens Dünya'yı terk etmeye
karar verdiğini yazara açıkladığı kısımda ara ara hüzünle
gülümser, Harpya da bulunduğu yeri terk ediş düşüncesiyle acı
gülümsemeyi şu satırlarda birleştirir:
Fakat bir gece şehir pes ettiğimi
düşününce
terk edeceğim selamlayıp ağızda kan
kokan gülüşle
(“Oğlak Dönencesi”)
Küçük Prens romanın sonlarına
doğru “Ölmüş görüneceğim, gerçekte ölmeyeceğim oysa”
der. Harpya da şarkılarında sanatsal bir abartı olduğunu şöyle
dile getirir:
Şaka, alt tarafı yazıyoruz be,
dostum müzikte kan bu.
(“Külüstür” [feat. MCB])
Anlam arayışı - Hayatta ve insanın
iç dünyasında görüntüler, yaşantılar ve hareketlerin ötesinde
bir anlam yatar diyebiliriz. Hayat -ya tercihen ya farkında
olmayarak ya da mecburen- kabaca yaşandığı takdirde görünenlerin
arkasındaki görünmeyenler fark edilmez ve ruhsuz bir yaşam
sürdürülmüş olur. Küçük Prens sevgi ve huzur aradığı gibi
anlamı da arar, bu anlam arayışında ona en çok rehberlik eden
karakter de tilki olur. Tilkinin ona söylediği en anlamlı cümle
“Gerçeğin mayası gözle görülmez.” cümlesidir, Küçük
Prens bu cümleyi bir parola gibi benimser. Harpya da görünenin
arkasındaki görünmeyenin önemli oluşunu dile getirir:
Her gün aynı maratonda kaybolan bir
suratım ben
Kimin umurunda ruhlar binlerce surat
varken
Ben gördüğün tepkisiz, müzik
dinleyen heykel
Hayallerim küçük, hatalarım farksız
devden
Sayfama dokunan mürekkep ruhumda
parmak izi
(“Dünya”)
Küçük Prens romanın sonunda
kendisini yılana sokturur ve bu suretle bedeninin yükünden
kurtulur. Bunu yapmadan önce yazara “Ölmüş görüneceğim,
gerçekte ölmeyeceğim oysa.” diye teselli vermiştir. Bu olay,
yetişkinlerin içlerindeki çocuğu öldürmeleriyle ve ruhun
ölümsüzlüğü fikriyle bağlantılı olarak romanda yer almış
olmalıdır. Yazarın ve kurguladığı Küçük Prens'in anlam
arayışı ve yalnızlık duygusu, yani ruhlarında bulunan derin
yaralar insanların hayatına ışık tutacak böylesi güzel bir
romanın ortaya çıkmasına vesile olmuştur. Harpya'nın şu
sözleri de hayattaki bu durumu çok güzel özetlemektedir:
Ne kadar yara aldıysan mucizen o kadar
derin
(“Oğlak Dönencesi”)
Pilot - Yeis Sensura
Küçük Prens'in ikinci ana kahramanı
yazar anlatıcı konumundaki pilottur. Roman, anlatıcının Küçük
Prens'le karşılaşmasından önce yaşadıklarıyla başlar. Bu
kısımda anlatıcının, çocukluğunu yaşayamayan ve yetişkinlerin
dünyasıyla bir türlü uyuşamayan biri olduğunu görürüz.
Yetişkinler onun resme olan ilgisini önemsememiş ve onu ona sıkıcı
gelen derslere yönlendirmişlerdir:
Büyükler boa yılanlarını içten ve
dıştan gösteren resimleri bir yana bırakıp tarih, coğrafya,
aritmetik ve dilbilgisiyle ilgilenmemi öğütlediler. Böylelikle
daha altı yaşımda, bana parlak bir gelecek sunan resim sanatından
vazgeçtim. (s. 10)
Yeis Sensura da kimi şarkılarında
yetişkinlerin dünyasıyla yaşadığı uyumsuzluğu anlatır, Sivil
İtaatsiz albümü ise baştan sona böyle şarkılardan oluşur. Bu
albümdeki “Hayal Kurmam Zor” şarkısında geçen “Derdim
büyük, derdim büyüklerdi.” cümlesi onun bu yönünü en net
yansıtan cümlelerdendir. Yeis Sensura yetişkinlerin dünyasına
sırt çevirirken çocuksu bir psikolojiye de bürünür, örneğin
“çükümü bile kestiler.” (“Çocukluk Evrelerim”) dahi der.
Onun dersler hakkındaki görüşleri de anlatıcı pilotun
görüşleriyle benzerlik taşır:
Sıkıldım hocam sıkıldım
İşe yaramaz bu çöp kitaplar!
Adım attığım her yer bataklık
Bize yaramaz bu boş hitaplar (Ey)
“Adamım var” dersen olur
Bize tehditler savurur
Ben de bıraktım defter, ders, okulu
Hayat düz yazılır ama ters okunur
(“Olanaklar”)
Pilot gibi Yeis Sensura da
yetişkinlerin onun hayallerine giden yolu tıkamasından şikâyet
eder:
Üniversite bitti, rastaları kestim
Memur olmalıydım onlar için, müzik
hep hevesti
Aile, baskı, nakit, yokluk...
Öyle olmadığımı anlatmaya vakit
yoktu
Önce KPSS, sonra yollar hep ıraktır,
Kalbim or'da kaldı dostum çünkü
Ankara'yı bıraktım.
Gittim, kayboldum.
Memurdum, sevinen ailem oldu.
Mutlu zannediyorlardı ilk bakışta
Öyle olmadığımı anlatmaya hep
çalışmak
daha zor, daha güç.
(“Dayan”)
Koştururdum önceden ve şimdi çok
yoruldum
Çok çalıştım, çok çalıştım, doktor
oldum
Teşekkürler anne ama oğlun
başkası olmaktan çok
yoruldu
Bas tekme, kasvetten geçilmiyor
Hapsetmek
hayalleri, bekletmek öğretilir mektepte
Değersiz değilim eve
getirdiğim ekmekten
Yoruldum anne her gün maske takıp
gezmekten!
Hayallerim vardı, hepsi öncedendi
Satacaktım belki sokaklarda körce
mendil
Ruhum zengin çünkü az önce cebimdeki son
beşliği
İstiklal'de çalan gence verdim
(...)
Koştururdum önceden tüm gece
Şimdi
ne manzaram var ne güneş ne de pencerem
29 oldum, emin olduğum bir şey
var:
Beklersem hayallerim kesinlikle gelmeyecek!
(“Kafamdaki Zincirler”)
Anlatıcı yetişkinlerin arasında
varlık göstermek için onlar gibi yaşamaya alışır. Karşısındaki
kişileri çocukken çizdiği resimle sınadığı da olur ama
istediğini bulamayınca yine aynı döngüye teslim olur:
Zekâsı azıcık parlak görünen
birine rastladığımda yanımdan eksik etmediğim Resim No. - 1'i
çıkarıyor, deneyimi uyguluyordum. Gerçekten kavrayışlı biri mi
değil mi anlamaya çalışıyordum. Ama hepsinin verdiği karşılık
birdi:
“Şapka.”
Tabii ben de artık onlara ne boa
yılanlarından ne balta girmemiş ormanlardan ne de yıldızlardan
söz açıyordum. Onların düzeyine iniyordum. Briç diyordum, golf,
politika, kıravat mıravat. Onlar da böylesine aklı başında
biriyle tanıştıklarına bayağı seviniyorlardı. (s. 11)
Yeis Sensura “Olanaklar” klibinde
anlatıcının eleştirdiği şeylerin bir kısmına (politika,
kravat) eleştiri getirmiştir. Klipte takım elbiseli, politik
konuşma yapan birini canlandırır ve canlandırdığı diğer
kişilikle bu hâlinin kâğıt fotoğrafını buruşturup atar.
Küçük Prens'te insanların dış
görünüşlerine göre yargılandığı toplumsal düzeni eleştiren
bir kısım da vardır:
Küçük Prens'in geldiği gezegenin
“Asteroid B-612” olduğu konusunda yabana atılamayacak
kanıtlarım var. Bu gezegeni bir zamanlar teleskopla ilk kez gören
biri olmuş: 1909'da bir Türk gökbilimcisi.
Bu konuda hazırladığı raporu
Uluslararası Gökbilimciler Kurultayı'na sunmuş. Ama başında
fes, ayağında şalvar var diye sözüne kulak asan olmamış.
Büyükler böyledir işte.
Bereket versin, Asteroid B-612'nin
onurunu kurtarmak için dediği dedik bir Türk önderi tutmuş, bir
yasa koymuş: Herkes bundan böyle Avrupalılar gibi giyinecek,
uymayanlar ölüm cezasına çarptırılacak. 1920 yılında aynı
gökbilimci bu kez çok sık giysiler içinde Kurultay'a gelmiş.
Tabii bütün üyeler görüşüne katılmışlar. (s. 20-21)
Yeis Sensura da dış görünüşle
ilgili kalıpları eleştirir:
Yedi yaşında işler biraz
değişti…
Okula başlamıştım, önlükle ilişkiye girdim ilk
kez
(“Çocukluk Evrelerim”)
Selam hocam, 9-A’ dan Mehmet Çetin,
okuldan!
(...)
Sen hep rahatsızdın benim kotumdan
(“Hocam”)
Gönlüm her an kızgın
Kalkma
saati aynı, kıyafetler aynı
(...)
Gelecek viraneyken “Küpene ne der
elalem?”
“Uslu dur, anana babana derim” der idare
Karakterim
hür âdet, ben sevmiyorum müdahale
Benim ömrüm bir tane, bence
etmelisin idare!
(“Hayal Kurmam Zor”)
Üniversite bitti, rastaları kestim.
(...)
Rastalarım uzamalı, yoksa ateşteyim!
(“Dayan”)
Yeis Sensura derslerin, kılık
kıyafet kurallarının, çocuklara yetişkinlerce gösterilen
hedeflerin insanın gelişiminin önünde bir engel teşkil ettiğinin
farkına varmıştır. İnsanların her meselede kendi fikirlerini
oluşturmaları gerektiğini söyler:
Yollara düştüm, dert tanımam
Öğütlerinden ders alamam ben
Adım attığım her koruda
Benim fikrim var her konuda
(...)
Beynine asla koyma sınır
Koyma sınır, sakın koyma sınır
(“Yollara Düştüm”)
Romandaki pilot, yetişkinlerin maddi
kaygılarından ve yüzeysel değer yargılarından da şikâyetçidir:
Büyükler sayılara bayılırlar.
Tutalım, onlara yeni edindiğiniz bir arkadaştan söz açtınız,
asıl sorulacak şeyleri sormazlar. Sesi nasılmış, hangi oyunları
severmiş, kelebek biriktirir miymiş, sormazlar bile. “Kaç
yaşında?” derler, “Kaç kardeşi var? Kaç kilo? Babası kaç
para kazanıyor?” Bu türlü bilgilerle onu tanıdıklarını
sanırlar.
Deseniz ki, “kırmızı kiremitli
güzel bir ev gördüm. Pencerelerinde saksılar, çatısında
kumrular vardı.” Bir türlü gözlerinin önüne getiremezler bu
evi. Ama, “Yüz bin liralık bir ev gördüm.” deyin, bakın
nasıl “Aman ne güzel ev!” diye haykıracaklardır.
(...)
Oysa bizim gibi hayatı yakından
bilen kişiler için sayılar nedir ki. (s. 22)
Yeis Sensura da yetişkinlerin maddi
kaygılarından bunalmıştır:
İnan parasızlık değil, seni
düşünmemek fakir yapar
(“Saçma vs Sapan”)
“Param var,” dersen “benim”
Dersen “alırım her şeyi”
Son model araban da olsa
Bir kazalık
işin var
(“Kim Olduğunu Bilmiyorsun”)
Zekâ ölçme cetvelini hep para
sandınız
Yarışırken gittiğimiz yer koşu bandıdır
Bir
yere varmadık. Bundan umut kalmadı
Dünyayı belirler saçma
değer yargınız
(“Hayal Kurmam Zor”)
Bazen insanlar anlamsız
konuşmakta
Senin kafan bu yüzdendir fazlasıyla karışmakta
Boş
ver biz insanoğlu usanmışken alışmaktan
Olur böyle şeyler,
çünkü hayat insandan oluşmakta
(...)
Bazen insanlar inat eder,
değişmezler
Bunun nedeni: kapitalizm gelişmekte
(“Güne Başla Yeniden”)
Yeis Sensura insanların yardımlaşma
ve sevap anlayışlarının dahi maddi temellere dayandığını
söyler:
Hangi dinin sevabı kanser olan kızın
cebine üç beş kuruş tutuşturmak? (Ey!)
(“Gene Ne Var!”)
Yazarın Küçük Prens'i arkadaşına ithaf etmesi de bu bakımdan anlamlıdır. Yazar, Léon Werth isimli
arkadaşına bu kitabı ithaf etmesinin sebeplerini sıralarken onun aç ve
açıkta olduğunu dile getirir ve kitabının ona iyi gelebileceğini
belirtir:
Léon Werth için
Bu kitabı koskoca bir adama adadığım
için küçüklerden beni bağışlamalarını dilerim. Ama önemli
bir özürüm var: Şimdiye kadar bu adamdan daha iyi bir başka
dostum olmadı. İkinci özürüm de şu: Bu adam, her şeyi
değerlendirebilir. Çocuklar için yazılmış kitapları bile.
Sonra üçüncü bir özürüm daha var: Bu adam Fransa'da oturuyor
şimdi, aç, üstelik açıkta. Avutulmak ister. Bütün bu sayıp
döktüğüm özürler yetmezse ben de kitabımı onun bir zamanki
çocukluğuna adarım tabii. Bütün koca adamlar bir zamanlar
çocuktular (gerçi aralarında bunu hatırlayanlara az rastlanır
ya.) İşte gerekli değişikliği yapıyorum:
Çocukluk günlerindeki Léon Werth
için (s. 7)
Yeis Sensura da bir zamanlar çocuk
olduğunu hatırlayan yetişkinlerden biri. İnsan ruhuyla ilgili bir
meslek (psikologluk) edinmiş olmasına rağmen mesleki kaygılara
sırtını dönerek kendini sanatına vermiş ve insanların ruhuna
bu yolla dokunmayı tercih etmiş. Hâkim değer yargılarını
eleştiriyor olsa da toplumun her doğrusuna sırt çevirmeyi ve
sınırsız özgürlüğü savunan bir karakteri olmadığı
düşünülebilir. Saint-Exupéry'nin özgürlük ve sorumluluk
anlayışı da bu çeşittir:
Gerçek serüvenciler varlıklarını
körü körüne tehlikeye atmayan sorumlu kimselerdir. Sorumluluk
insan olmanın birinci koşuludur. “İnsan olmak özellikle sorumlu
olmaktır” der Saint-Exupéry. Bu durumda insan olmak gerçek
anlamda yükümlü olmaktır, bütün bir dünyaya bağlı olmaktır.
Alıp başımızı istediğimiz yöne gidebilir miyiz? “İnsanın
dosdoğru yoluna gidebileceğini düşünürler. İnsanın özgür
olduğunu düşünürler. Onu kuyuya bağlayan ipi görmezler. Onu
bir göbek bağı gibi dünyanın karnına bağlayan ipi görmezler.
İnsan bir adım daha atsa ölür gider.” Bu bağlanmışlıkta
oyununu iyi oynamak ve büyük oynamak gerekir. Yaşamı büyük
yaşamak sıradan bir korkusuzun işi değildir. Yalnız yürekliler
doğruya ulaşabilirler. Gözüpek insanlardan korkmak gerekir,
yalnızca gerçek insan yüreklidir. Çünkü sorun başını belaya
sokmak sorunu değil kendi doğru yolunu çizmek kendi doğrusunu
ortaya koymak sorunudur.
Önemli olan dünyayı yaşanılır
kılmaktır. İnsan için daha güzel bir dünya tasarlamak:
Saint-Exupéry'nin insancılık bildirisinin temel ilkesi budur.
Bunun için de elbet doğruya gereksinimimiz vardır. Bütün insan
için doğru olanı bulup çıkarmak zorundayız. Doğrular
önemlidir. Yolumuzu doğru çizebilmemiz için doğrular önemlidir.
Saint-Exupéry doğrunun “dünyayı basitleştiren şey” olduğunu
düşünür. Amaç karmaşa yaratmak olmadığına göre o dünyayı
basitleştiren şeyi ortaya koymak gerekir. Ona göre her gerçek
insan evrenselin birey üzerindeki belirleyici gücünü yaratmaya
çalışmalıdır. İnsan dünyayı daha da insanlaştıracak bir
şeylerin peşinde olmalıdır. Bunun yolu da serüvenci yaşamından
geçer. Gerçek yaşam bir serüvenler dizgesidir. Bir serüvenden
bir serüvene geçerken insan olmanın anlamını son sınırlarına
kadar yaşamak gerekir. (Afşar TİMUÇİN, “Antoine de
Saint-Exupéry'de Sorumluluk Duygusu”, Estetik 2 - Estetik Bakış,
Bulut Yayınları, 2. baskı, 2013, s. 201-206.)
Yeis Sensura'nın psikologluğu
bırakıp rapçiliğe yönelmesinde kişisel ilgi ve yetenekleri
belirleyiciyse de protest bir tavrının olması onun da bu çeşit
bir sorumluluk duygusuna sahip olduğu izlenimini veriyor. Türkçe
rap'te toplumun hâkim değer yargılarını eleştiren ve bu çeşit
bir sorumluluk duygusuyla hareket eden birçok rapçi bulunabilirse
de Küçük Prens'teki anlatıcıya benzetilmeye en müsait olanı
bizce Yeis Sensura'dır.
Kral - Sagopa Kajmer
Küçük Prens'in uzaydaki
yolculuğunda ilk durağı kralın yaşadığı gezegen olur. Bu kral
Küçük Prens'i görünce sevinir, çünkü ona emirler
verebileceğini düşünür. Şu da var ki bu kral, emirlerini akla
ve koşullara uygun şekilde vermeye çalışmaktadır. Gezegeninde
tek başına yaşamakta olduğu için Küçük Prens onun neye
hükmettiğini anlayamaz, o ise gezegenlere ve yıldızlara
hükmettiğini söyler. Küçük Prens sıkılıp oradan ayrılmak
istediğini söyleyince kral onu adalet bakanı yapmak ister. Küçük
Prens gezegende yargılanacak kimse olmadığını söyleyince de
aralarında şu konuşma geçer:
“O zaman sen de kendini yargılarsın.
En gücü de budur zaten. Kendini yargılamak başkalarını
yargılamaktan çok daha güçtür. Kendini yargılamayı
başarabilirsen gerçek bir bilgesin demektir.
“Ben kendimi nerede olsa
yargılarım. Bunun için buraya yerleşmem gerekmez.”
“Hımm!” dedi kral, “gezegenimin
sınırları içinde yaşlı bir farenin yaşadığını gösterir
bir sürü kanıt var elimde. Geceleri sesini duyuyorum. Onu
yargılarsın. Ara sıra ölüm cezası verirsin ona. Senin
adaletinin pençesinde kalır. Ama tutumlu davranmalı, her seferinde
onu bağışlamalısın. Çünkü yargılanacak bir o fare var
elimizde.”
“Ben ölüm cezası vermekten
hoşlanmam. En iyisi kalkıp gitmeli.” (s. 48)
Kral Küçük Prens'in gitmemesi için
diretirse de ona sözünü dinletemez, sonunda Küçük Prens'in
gidişine uygun düşecek şekilde “Seni elçi yapıyorum.” der.
Türkçe rap'te bir rapçiye
krallık vermeyi düşünsek buna en uygun kişi herhâlde Sagopa
Kajmer olur. Sagopa Kajmer Türkçe rap'e büyük katkı sağlayan
isimlerden biridir ve rapçilik dışında DJ'lik, prodüktörlük
yanları da vardır, ayrıca kendi müzik şirketinin sahibidir.
Küçük Prens'teki kralın gezegen ve yıldızlara hükmetmesi gibi
onun da plaklara hükmettiği söylenebilir. Zamanında genç
yeteneklere de destek olmuştur; bu gençlerin bir kısmı da
Disstortion EP'de yer alarak bir anlamda Kuvvetmira'nın adalet bakanlığını yürütmüşlerdir. Sagopa'nın bazı diss'lerinin
isimleri de emir mahiyetindedir (“S.k.t.r.n. G.d.n.”, “Kır
Kalbini Ver Elime”, “Bu İşlerden Elini Çek”).
Sagopa zaman zaman farklı ekipler
kurmuş olsa da günümüzde Küçük Prens'teki kral gibi tek
başınadır. Kralın fareyi yargılamada hassas davranması gibi o
da zamanında zıtlaştığı kişileri yargılama konusunda
hassaslaşmış ve dinleyicilere bu noktada olumlu mesajlar vermeye
başlamıştır. Kralın kendini yargılama (özeleştiri) konusunda
söyledikleriyle de Sagopa'nın tavrı ve tarzı arasında paralellik
kurulabilir. Onun rap'lerinde kişinin kendi içine dönen bir bakış
söz konusudur ve yaşanan acılardan, dünyanın gidişatından ders
çıkarıcı / felsefi bir yaklaşım sergilenir. Sagopa'nın farklı
dönemlerde farklı söylemlerde bulunabilmesi ve rap'inin rotasını
da kişisel değişim ve gelişimlerine paralel şekilde
değiştirebilmesi de sanatına eleştirel bir gözle bakabildiğini
gösterir. Ayrıca Sagopa şartlara ve tecrübelerine göre değişen
yapısı dolayısıyla da kralla benzeşir.
Kendini beğenmiş adam - Norm Ender
Türkçe rap'te kendisini çok yücelten isimlerin başında Norm Ender gelmektedir. Norm Ender on
numara denebilecek şarkılara da imza atmış olmakla birlikte
genellikle orta seviyelerde seyreden bir rapçi olmuştur; buna
rağmen kendisine ve rap'ine olan güveniyle Ceza ve Sagopa Kajmer
gibi isimlere dahi meydan okuyabilmiştir. Şarkılarında takındığı
alaycı tavır ve kendine yaptığı övgüler onu Küçük
Prens'teki kendini beğenmiş adama benzetmemiz için yeterlidir:
Sizde metelik okey, bende yetenek
(“Rap Dersi”)
TÜBİTAK zorla, deha yetişsin
Zekâmı ölçecek alet üretsin
(“Kafam 1 Milyon”)
Zarları salla ve bunu yapmalısın
Beni geçmek için on üç atmalısın
(“Deli”)
Mekânın sahibi geri geldi
(“Mekânın Sahibi”)
Kes lan! Rap'in tanrısı geri döndü
Bu sesten alayınızın başı döndü
(“Deli”)
Biraz ara verdim, biri demiş “Öldü.”
(...)
Şimdi de yazıyor “Kral eve döndü.”
(“Enderground”)
Şimdi karşınızda Türkçe rap'in
efsanesi
Yine çizilecek birçoğunun kestanesi
Tabii zor bu durumu kabul etmesi
Hani piyasada bir dehanın beklenmesi
(...)
Ama siz niye kafanıza göre taç
yapıyo'nuz
Zaten bu müziğin bi' kralı var.
(“Benim Stilim”)
Sen bana söyle Ceza mı ustan?
Sagopa ya da Fuat kaçar bu kurstan.
(“O Piç de Bendim”)
Charlie Chaplin Monte Carlo'da Charlie
Chaplin'e Benzeyenler Yarışması'na katıldı. Ve üçüncü oldu.
İşte bütün hikâyem bu. Rakipsiz Norm life!
(“Sonumu Görüyorum”)
Norm Ender bu tarz söylemlerini
şarkılarda ve sosyal medyada sürdürse de katıldığı
programlarda olgun bir tavır sergilemekte ve kendi rap'i haricinde
Türkçe rap'i dert edinen söylemlerde bulunmaktadır. Diğer
rapçiler hakkında ılımlı söylemlerde de bulunabilmektedir. Yine
de şarkılardaki Norm Ender hâlâ asi ve kendini beğenmiş; bu
noktada sanat anlayışı haricinde hayranlarının da payı var
diyebiliriz.
Sarhoş - Ceg
Romanda Küçük Prens'in üçüncü
durağı olan gezegende bir sarhoş yaşamaktadır. Bu sarhoş
kendisiyle barışık olmayan ve iç çatışma yaşayan biri olarak
karşımıza çıkar:
Vardığı gezegende bir sarhoş
oturuyordu. Orada az kaldı ama büyük bir kedere kapıldı.
Dizi dizi boş ve dolu şişeler
arasında ses etmeden duran sarhoşa sordu:
“Ne yapıyorsun?”
“İçiyorum,” diye karşılık
verdi sarhoş. Sesi hüzünlüydü.
“Niçin içiyorsun?”
“Unutmak için.”
Onun durumuna üzülmeye başlayan
Küçük Prens:
“Neyi unutmak için?” diye sordu.
Sarhoş başını önüne eğerek
içini döktü:
“Utancımı unutmak için.”
“Neden utanıyorsun?”
Küçük Prens ona yardım etmek
istiyordu. Ama sarhoş kesin bir sessizliğe gömülerek konuyu
kapadı:
“İçmekten utanıyorum.”
Küçük Prens iyice şaşırmıştı,
oradan uzaklaştı.
“Büyükler gerçekten çok, çok
tuhaf oluyor,” diye düşündü yol boyunca. (s. 52-53)
Dinleyiciler Türkçe rap'te bu tarz
bir psikolojiyi yansıtan kişinin Ceg olduğu konusunda tereddüt
etmeyeceklerdir. Onun şarkıları bu sarhoşun tek tek kurduğu
cümlelere karşılık gelir gibidir, yani Ceg bazı şarkılarında
sadece içinde bulunduğu durumu anlatır, bazı şarkılarında
unutmak istediklerinden söz eder, bazı şarkılarında da içinde
bulunduğu durumdan şikâyetçi bir ruh hâlini yansıtır. Sarhoşla
arasındaki fark onun her zaman hüzünlü olmaması, “İçiyorum”a
karşılık gelen şarkılarda hâlinden memnun ve umursamaz bir
tavır takınmasıdır:
Adamım kentin tozunu dumana katalım
bu gece
Kafama eseni yaparım, yoruma kapalı
bu gece
(“Bu Gece”)
Sokaklarda geziniyorum, kafamız matiz
(...)
Bedenimde otokontrol sistemi yok
Olabilirim ama iyi olmak istemiyo'm
(“Kafamız Matiz”)
Ceg bazı şarkılarda geçmişinden
söz eder; bu şarkılarda babası, babaannesi, eski sevgilisi,
öğretmeni, rap camiası ve kapitalizm eleştiri konusu olur:
Hep denedim, çalışma hayatı bana
göre değil
Çok çalıştım, tam yapamadım ama
görevimi
Hane Otel'den atıldım, çekemedim
köleliği
Para evrende gerçekten her şeyden öte
midir?
(“Dibe Battım”)
Erkek çocuklarına babaları hayatı
öğretir
Ama ben babamdan babalık namına bir
b*k görmedim
En çok korktuğum şey ne biliyor
musun? Onun gibi olmak
(“Volkan Ayvazoğlu”)
Babaanne, sayende çok b*ktan bir
çocukluk geçirdim
Hiç huzur görmedim, sürekli kavga
içinde yetiştim
İşte her şey böyle gelişti, bize
hiç huzur vermedin
(“İntikam Vakti”)
Ben kendimin psikoloğuyum, çocukluğuma
iniyorum
Tam bir süt çocuğuydum, henüz 1'e
gidiyo'dum
Rap yapacağımı bilmiyo'dum
serserinin biri olup
Ve okuldayken hemen günün bitmesini
diliyo'dum
Çünkü öğretmen benden başka
kimseye takmadı
Beni sürekli aşağılardı, kırıcıydı
lafları
“Ulan gerizekâlı, neden ödevini
yapmadın?!”
(...)
Ve çıktığım kız bana şöyle
diyen bir insandı:
“Volkan seni seviyorum, Batıkan da
çok tatlı”
(“Doğduğumdan Beri”)
Ama benim üstüme fazla geldiler
Lanet olsun! Beni hasta ettiler
Bi' zahmet öfkemi mazur görün moruk
Çünkü benim gururumu paspas ettiler
(“Sevilmeyen Adam”)
“Aklı bir karış havada, bu çocuk
deli be” dediler.
(“Tanrı”)
Babam rap müzikle uğraşıyorum diye
bana “Salak” dedi
(...)
Baba oğlunla gurur duy, sayende o
çirkef yetişir
(...)
Bir gün babamı patakladım aniden
cinnet geçirip
(...)
O gün beni evden attı, sanki düştüm
boşluğa
Sonra elimde bi' bavulla dedemin evine
taşındım
Hiç kimse yanılmıyordu, evet aklımı
kaçırdım
(“Son 2 Yıl”)
Ceg ailesi ve çevresi dışında
kendi hâlinden de şikâyetçidir:
Ama beni yadırgama fanboy
Ben böyle olmayı istemedim ki...
(“Böyle Olmayı İstemedim”)
İsterdim tertemiz ve saf biri olmak
(...)
İsterdim dünyadan umutlu olmak
(...)
İsterdim normal olmak
(“Normal”)
Ceg tıpkı Küçük Prens'teki sarhoş
gibi bir paradoksun içine hapsolduğunun da farkındadır:
Her gün bir önceki gece yaptıklarımı
unutmak için içiyo'm, bu paradoks
(“Dün Gece”)
Ben kendimle çelişiyorum,
düşüncelerim karmaşık
(“Alter Ego”)
Volkan artık saf ve dargın, yerine
Ceg sahne aldı
İyi de ben ben olamıyorsam bu tamamen
sahtekârlık
(...)
Ve artık ayırt edemiyorum gerçekten
kimim ben?
(“Deli miyim Neyim?”)
Ceg bahaneler ileri sürse de
kendisinin örnek alınmaması gerektiğini belirtir ve kendisini
olumsuz sıfatlarla niteler:
Eğer aklın yerindeyse dersin bana
“aşağılık”
Ama sen de deliysen dinlersin başa
alıp
(“Müzikte Devrim”)
Serseriyim ben, sevme beni ve alma idol
(“Bu Gece”)
Çünkü ben gördüğünüz en manyak
şeyim
Ben ne Superman'im ne de Rainman'im
(“Manyak Şey”)
Ceg “Böyle olmayı ben istemedim.”
der ama istemeyerek de olsa kötü biri olmanın en nihayetinde kötü
biri olmak olduğunun bilincindedir. Bu tür bir ruh hâlinin aslında
şeytanın işine yaradığının farkındalığıyla onun ağzından
bir skit hazırlamıştır:
Merak ediyorum. Artık aynaya
baktığında kendini tanıyabiliyor musun? Ne kadar değiştiğinin
farkında mısın? Kendine objektif açıdan bakabiliyor musun? Kim
olduğunu biliyor musun? Hayatında olumsuz giden şeyleri birer
bahane olarak kullanmaktan vazgeç! (...) Bunların hiçbiri gerçek
suçlu değil. Kendine yalan söylemeyi kes. Böyle olmayı kendin
istedin Jag. Sen artık Volkan Ayvazoğlu değilsin. Sen artık iyi
birisi de değilsin. Ha ha ha...
(“Şeytan (Skit)”)
Ceg kendi hayatı, bilinçaltı ve dış
dünya hakkında abartıya ve çirkinliğe kaçan resmediciliğinin
aslında bir tür uyarı niteliği taşıdığını da söyler:
Parazit yapma, hepsi kara mizahtı
(“Bu Gece”)
Ben gerçekleri anlatıyorum, aslında
bu yardım
(“Kötü Çocuk”)
Herkes inanmak istediği şeye “gerçek”
diyor
(“Dünya Umrumda Değil”)
Benim söylediğim şeylerde hiçbi'
sakınca yok
Çünkü bunlar dünyanın gerçekleri
Ben televizyondaki diğer insanlar gibi
günlük hayatta gizli saklı her b*ku yiyip
televizyona çıkınca çok iyi bir
insanmışım gibi davranamam
Ben neysem oyum ve müziğim de aynen
öyle
(“Orta Parmak”)
Ceg'i bu noktada natüralistlere,
özellikle de Hüseyin Rahmi Gürpınar'a benzetebiliriz. Hüseyin
Rahmi Gürpınar Ben Deli miyim? romanı tefrika edilirken eleştiri
konusu olmuş ve mahkemeye çıkarılmıştır. (Ceg'in bir
şarkısının adının “Deli miyim Neyim?” olması da manidar.)
Mahkemeye çıkarılma sebebi romandaki karakterin bir davranışıdır;
ancak Nuri Sağlam bu yargılamanın altında yatan sebebin romanda
yer verilen siyasi eleştiriler olabileceğini söyler:
Esasen içinde yaşadıkları toplumu
ahlâksızlıkla itham eden Şadan ve Kalender Nuri adlı iki
dejenere tipin birtakım iğrenç arzular peşinde nasıl entrikalar
çevirdiklerini işleyen roman, söz konusu dejenere tiplerin
insafsızca yerdikleri bütün sosyal hastalıklarla bizzat malûl
olmalarından kaynaklanan psikolojik bir paradoks üzerine
kurulmuştur. Fakat bu paradoks, -yazarın, sorumluluğunu
taşımayacağı geniş bir eleştiri özgürlüğü sağlamaya
yönelik teknik bir tasarrufu olmaktan öte- her türlü sapıklığa
yol açabilen manevî ve ahlakî bunalımların ancak sosyal buhranın
bir neticesi olduğunu vurgulamak amacına matuftur. Bu yüzden yazar
hakkında açılan ahlâk davasının gerçek sebebini, henüz yarı
deli ve dejenere bir tip olduğunu bilmediğimiz Şadan'ın “birkaç
zamandır” aklını “Ben deli miyim?” fikrisabitine (obsession)
düşüren siyasî ve sosyal gelişmelere karşı, romanın birinci
bölümünde gösterdiği şiddetli tepkilerde aramak lâzımdır.
(Nuri SAĞLAM, “'Ben Deli miyim?' Romanında 'Ahlâka Aykırı
Neşriyat' Yaptığı Gerekçesiyle Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın
Yargılanması”, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk
Dili ve Edebiyatı Dergisi, Cilt: 32, 2004, s. 109-130.)
Hüseyin Rahmi'nin kendisini
savunurken söylediği sözler de Ceg'in yukarıya aldığımız
sözleriyle benzeşir:
Roman, ahlâkın aynasıdır; onun
objektifi, gördüğü manzarayı alır. Müddeiumumî istiyor mu ki
roman gördüğü çirkinlikleri, yaraların kokusunu değiştirsin,
riya, cehl ve taassuba âlet olarak hakikati diri diri gömdürmeye
razı olsun?.. Fakat, o zaman hikâyenin, sanatın lüzumu kalır mı?
Hayır efendim, hayır! Hiçbir hükûmet, hiçbir memleket, sanatı
asaletinden soyup, yalancı şahitlik derecesine indiremez. (“Hüseyin
Rahmi Bey Beraat Kazandı”, Vakit gazetesi, Sayı: 2428, 1 Ekim 1924, s. 1-2.)
Ceg'in şarkılarda yansıttığı
karakterin Küçük Prens'teki sarhoş haricinde bu romandaki deliye
benzediğini de söyleyebiliriz, ama yazımızın amaçları dışında
kaldığı için bu noktanın ayrıntısına girmiyoruz.
İş adamı - Sansar Salvo
Küçük Prens'in uğradığı
dördüncü gezegende bir iş adamı vardır. Bu adam sürekli
hesap yapmakta ve Küçük Prens'le doğru dürüst
ilgilenmemektedir. Hesabını yaptığı şey yıldızlardır ve
kendisini bunların sahibi sayar. Ayrıca sürekli “Ciddi bir
adamım ben, önemli işlerle ilgilenen bir adamım ben.” falan
der. Türkçe rap'te işine bu derece bağlı bir isim olarak Sansar
Salvo'yu düşünebiliriz. Kendisi Türkçe rap'teki en üretken
isimlerden biridir ve yapılan röportajlarda, tweet'lerinde
şarkılarından “proje” diye bahseder. Attığı bir diss (“Like
Diss”) bile onun için bir proje olmuş ve dinleyicilerine sunulmak
için bir yıl demlenmesi gerekmiştir. Sansar'ın şarkılara kimi
zaman “şarkı” yerine “proje” demesi bize iş adamının
yıldızlara “yıldız” diyemeyişini anımsatır:
“Beş yüz bir milyon...”
“Milyon ne?”
Kurtuluş yolu olmadığını anlayan
işadamı:
“Ara sıra gökte gördüğümüz
küçücük şeylerden beş yüz bir milyon tane.”
“Sinek mi?”
“Yok canım. Tembellere türlü
düşler kurduran şu küçücük sarı şeyler. Ama ben ciddi bir
adamım. Öyle düş filan kuracak vaktim yok.”
“Ha, yıldızları diyorsun.”
“Evet, evet. Yıldızlar.” (s. 55)
Romandaki iş adamının hesaplama
uğraşıyla rap'in matematiksel tarafı arasında da bağlantı
kurulabilir. Rap'te rhyme, flow gibi işin matematiği olarak görülen
kıstaslar vardır ve Sansar bu kıstaslara sıkıca bağlıdır.
Öyle ki bazı şarkılarında anlattığı şeylerden ziyade flow ve
rhyme'lar dikkat çekici hâle gelir; bu da onun şarkılarında
dinleyicilerin şikâyetçi olabildiği bir noktadır. Bununla
birlikte bu gibi hususlar dile getirildiğinde Sansar bu eleştirileri
fazla dikkate almayıp tıpkı iş adamının “Önemli bir adamım
ben.” demesi gibi dinleyicilerini eleştirebilmektedir. Bunlara ek
olarak, iş adamının yıldızlara sahip çıkışı gibi Sansar da
Türkçe rap'e sahip çıkan açıklamalar yapabilmektedir.
Khontkar'a “Sen Türkçe rap için ne yaptın?” sorusunu sorması,
“Bence Sagopa ve Norm Ender rap yapmasın.” yorumunda bulunması
bunun göstergeleridir. Ayrıca romanda iş adamının “Krallar
sahip olmazlar, yönetirler. Ayrı ayrı şeyler bunlar.” derken
bir anlamla krala (Yazımıza göre Sagopa Kajmer'e) gönderme
yaptığını düşünürsek iş adamının Sansar'a benzediği
yolundaki fikrimiz güçlenir.
Lamba bekçisi & Tilki &
Demiryolu makasçısı - Dinleyiciler
Türkçe rap homojen yapıda olmadığı
gibi dinleyici kitlesi de homojen yapıda değildir; melankolik rap
sevenler vardır, protest rap sevenler vardır; zor beğenenler
vardır, “emeğe saygı”cılar vardır, ne istediğini
bilmeyenler vardır... Dinleyicilerin kendi içinde de “bilinçli
dinleyici X bilinçsiz dinleyici” ve fanboy, hater gibi niteleme ve
ayrışmalar söz konusu olabilmektedir. Küçük Prens'teki lamba
bekçisini, demiryolu makasçısını ve tilkiyi de farklı dinleyici
gruplarına benzetebiliriz.
Lamba bekçisi - Romandaki lamba
bekçisi dakikada bir lambasını yakıp söndürmektedir ve bu
durumdan dert yanar:
“Lanet bir iş bu benimki,” dedi.
“Eskiden akıl ererdi. Sabah söndürür, akşam yakardım. Günün
geri kalan saatlerinde dinlenir, gecenin geri kalan saatlerinde de
uyurdum.”
“O zamandan bu yana yönetmelik
değişti mi?”
“Yönetmelik değişmedi. İşin
kötüsü de bu ya. Gezegen her yıl daha hızlı dönmeye başladı,
yönetmelik ise yerinde saydı.”
“Sonra?”
“Şimdi gezegen dakikada bir dönüş
yapıyor; dinlenmeye bir saniye vaktim kalmıyor. Dakikada bir kez
yakıp söndürüyorum.” (s. 60)
Gezegenin dönmesindeki artış hızını
Türkçe rap'teki kalabalıklaşmaya, popülerleşmeye ve bunun
neticesinde gerçekleşen üretim artışına benzetebiliriz.
Dinleyicilerin bir kısmı da yeni çıkan işlerin önemli bir
kısmını dinleme gayretine girişebilmekte ve dinledikleri işlerin
çoğunu beğenemeyip “Eskiden rap daha güzeldi.” diye
düşünebilmektedirler. Yeni çıkan işlerin çoğunu dinleme gibi
bir zorunlulukları olmamasına karşın dinlemeyi sürdürmeleri,
pek beğenemedikleri rapçilerin şarkılarını da “Acaba bu sefer
iyi mi?” veya “Gene ne saçmalamış acaba?” gibi düşüncelerle
dinlemeye devam etmeleri de lamba bekçisinin düştüğü garip
duruma benzetilebilir.
Küçük Prens lamba bekçisinin
hâline acıdığı için ona tavsiye verir, ama lamba bekçisi
bu tavsiyeye önem vermez ve “Ben hep dinlenmek isterim.”,
“Hayatta asıl sevdiğim şey uyumaktır.” gibi karşılıklar
verir. Bu da bir şeylerden şikâyetçi olduğu hâlde bu
durumlardan kurtulmak adına bir şey yapmayan, tabir-i caizse ne
istediğini bilmeyen dinleyicileri düşündürür. Sürekli
eğlenceli şarkılar üretilmesinden şikâyetçi olunur ama ciddi
şarkılar üretildiğinde az kişi tarafından dinlenir, kadın
rapçiler battle rap yaptıklarında “Erkek gibi yapmasınlar.”
denir ama melankolik rap yaptıklarında dinlenmez vs.
Tilki - Tilki, romanda Küçük
Prens'e bazı hakikatleri öğreten bir dost olarak görünür ve
Küçük Prens'ten onu evcilleştirmesini ister. Tilkinin
evcilleşmesi durumu herhangi bir rapçinin şarkılarını dinlemeye
alışık olma durumuna benzetilebilir. Küçük Prens'i diğer
kişilerden ayıran şey onun tilkiyi evcilleştirmesi olduğu gibi,
bir rapçiyi diğer rapçilerden ayıran şey de onun şarkılarıyla
kurduğumuz bağ olacaktır.
Tilki Küçük Prens'e birtakım
şeyler öğretir. Dinleyicilerin bir kısmı da kendilerine sunulan
şarkıları “Çok güzel” veya “Olmamış” gibi ifadelerle
nitelemekten öteye geçerek nitelikli, yapıcı eleştirilerde
bulunabilirler. Bu, kendisini geliştirmekte olan bir rapçiyle
nitelikli bir dinleyici arasında gelişirse romandakine daha yakın
bir durum ortaya çıkabilir.
Tilki Küçük Prens'in her gün aynı
saatte gelmesini de ister:
“Hep aynı saatte gelsen daha iyi
olur,” dedi tilki, “sözgelimi öğleden sonra saat dörtte
gelecek olsan ben saat üçte mutlu olmaya başlarım. Her geçen
dakika mutluluğum artar. Saat dört dedi mi merakımdan yerimde
duramaz olurum. Mutluluğumun armağanını veririm sana. Ama
gelişigüzel gelirsen içimi sana hangi saatte hazırlayacağımı
bilemem.” (s. 80)
Tilkinin bu söyledikleriyle
bağlantılı olarak da şarkıların çıkış vakitlerinin önceden
duyurulması ve Youtube'da ilk gösterimlerinin planlanması durumunu
düşünebiliriz. Şarkılar belirli bir çıkış tarih ve saatiyle
duyurulduğu zaman dinleyicilerde bir beklenti oluşmakta, daha şarkı
çıkmadan muhabbeti edilmeye başlanmaktadır; bu da tilkinin henüz
Küçük Prens gelmeden yaşayacağını belirttiği heyecanın bir
benzeridir.
Türkçe rap'te rap'i bırakan
kimseler de olmuştur, Küçük Prens'in tilkiden ayrılışı ve
sonrasında tilkinin üzülmesi de rap'i bırakmış bir rapçinin
kitlesinin durumuna benzetilebilir.
Demiryolu makasçısı - Romanda
demiryolu makasçısı insanlar hakkında fikir yürüten biri olarak
karşımıza çıkar. Yaptığı işi de şu şekilde niteler:
“Yolcuları bölük bölük
ayırıyorum. Onları taşıyan trenleri bazen sağa yolluyorum,
bazen sola.” (s. 85)
Dinleyicilerde bu tarz bir ayırıcı
vasıf kendilerince kaliteli şarkıları kalitesizlerden ayırmak
şeklinde tezahür edebilir. Lamba bekçisi üzerinden beğenmediği
şarkıları da dinleyen ve sürekli şikâyet ettiği hâlde bu
şarkıları dinlemekten vazgeçmeyen kişiler olabileceğinden
bahsetmiştik, demiryolu makasçısı gibi olan dinleyiciler ise
ayırıcı vasıflarıyla lamba bekçisine benzeyen dinleyicilerden
ayrılmaktadırlar. Makasçının “Kimse yerinden memnun değildir.”
cümlesi ve ne aradıklarını bilen kişiler hakkında yaptığı
“Ne mutlu onlara.” yorumu da makasçı tipli dinleyicilerin
rastgele üreten rapçiler ve rastgele dinleyen dinleyiciler
karşısındaki tutumuyla bağdaştırılabilir.
Coğrafyacı - Rap dinleme listelerini
hazırlayanlar
Rap'in dijital ortamlarda fazla
dinlenmeye başlamasının ardından Spotify platformunda belirli
aralıklarla güncellenen rap listeleri hazırlanmaya başlandı.
Bildiğimiz üç tane rap listesi var, bunlardan biri piyasadaki
rapçilerin, biri underground rapçilerin, diğeri de bayan
rapçilerin şarkılarından oluşmakta. Bu listeler birtakım
eksiklikler barındırdığı için eleştiri konusu olmaktadır.
Küçük Prens'teki coğrafyacıyla bu listeleri hazırlayanlar
arasında bağlantı kurmamızın sebebi de coğrafyacının
kendisinin kâşif olmadığına dair vurgusu:
“Gezegeniniz çok çok güzel.
Okyanusları var mı?”
“Bir şey diyemem.”
“Kentleri, ırmakları, çölleri?”
“Ona da bir şey diyemem.”
“Hani siz coğrafyacıydınız?”
“Tamam,” dedi coğrafyacı, “ama
kâşifim dememiştim. Gezegenimde tek kâşif yok. Kentleri,
ırmakları, dağları, denizleri, okyanusları ve çölleri bulup
çıkarmak coğrafyacının görevi değildir ki. Coğrafyacının
gezinecek vakti yoktur. Masasının başından ayrılmaz. Kâşifler
ayağına gelirler. Onlara sorular yöneltir, yolculuk anılarını
not eder. Bunlardan birinin anılarını ilginç görürse o kâşifin
dürüstlüğü konusunda soruşturma yapar.” (s. 63-64)
Coğrafyacı gibi, Spotify listelerini
oluşturanların da kâşif olduğu -ya da kâşiflerse de bu
kâşifliklerini listelere çokça yansıttıkları- söylenemez.
Listelere bakıldığında geniş kitlelerce keşfedilmiş kişilere
ağırlık verildiği görülecektir. Çok tanınan bazı kişiler
sık sık yeni şarkı çıkarmasalar da her daim listelerde bir iki
şarkıyla yer alabilmekte, çok tanınmamış isimlerse sadece yeni
şarkı çıkardıklarında listelerde yer almaktadırlar. Listelerde
hiç yer alamayan rapçiler de vardır. Bu noktada coğrafyacının
şu kısımdaki sözleri de anlam kazanmaktadır:
“Bizim orası o kadar ilginç değil.
Küçücük bir yer. Üç yanardağım var. Bunlardan ikisi püskürür
hâlde, biri de sönmüş. Ama belli olmaz tabii.”
“Hiç belli olmaz.”
“Bir de çiçeğim var.”
“Çiçekleri kaydetmiyoruz.”
“Neden? Gezegenimdeki en güzel şey
o çiçek!”
“Kaydetmiyoruz. Çünkü çiçekler
bugün var yarın yok. Yani geçici.” (s. 65)
Coğrafyacının kaydetmediği çiçek
listelere giremeyen veya arada bir giren rapçilere, yanardağlar da
listelerde kendilerine sürekli yer bulan rapçilere benzetilebilir.
Sönmüş yanardağ da uzun süre yeni şarkı çıkarmasalar da listede kendilerine sürekli yer bulabilen kişilere benzetilebilir.
Satıcı - Label patronları
Küçük Prens romanın bir bölümünde
kendisine susuzluğu giderici haplar satmak isteyen bir satıcıyla
karşılaşır. Satıcının bunları satmasındaki sebep insanlara
zaman kazandırmaktır:
“Bunları neden satıyorsun?” diye
sordu Küçük Prens.
“Zamanın boş yere harcanmasını
önlemek için. Uzmanların hesabına göre bu haplar alınınca
haftada elli üç dakika kazanılıyor.”
“Peki, bu elli üç dakikada ne
yapacağız?”
“Canın ne isterse.”
“Keyfimce harcayacak elli üç
dakikam olsaydı ağır ağır bir çeşmeye doğru yürürdüm.”
dedi Küçük Prens.” (s. 87)
Romanın bu bölümünde, insanların kazanç
addettiği şeylerin aslında ne kadar temelsiz olabileceğine vurgu
yapılmıştır. Araçların amaç yapılması insana bir şey
kazandırmaktan ziyade kaybettirir. Türkçe rap'te label'ların
oluşması rap'in diğer müzik şirketlerinin elinde oyuncak
olmaktan kurtulması adına anlamlı bir adım olduysa da
dinleyicilerin pek de işine yaramayacak adımların atılmasına da
sebebiyet verebilmiştir. Bir zamanlar mevcut olan Hiphoplife tekeli
Sagopa Kajmer gibi bir rapçinin rap'ten dışlanmaya çalışılması
ve onların tekeline sığınmayan rapçilerin yükselememesi gibi
durumlara yol açmıştır. İşin ticari boyutunun olması rap'te
ticari işlerin artmasına yol açmış ve bu da dinleyicilerde Küçük
Prens'teki gibi bir memnuniyetsizliğin doğmasına yol açabilmiştir.
“Şimdi bu dinleniyor.” mantığıyla elle tutulur şeyler
anlatmayan şarkılara yönelinmesi rap'in gelişmek yerine geriye
gitmesi sonucunu doğurmuştur. Ayrıca R&B ve pop'a kayan işler
de bu label'lardan yayınlanabilmekte ve bu da dinleyicilerin bu
label'lara olan teveccühünü azaltabilmektedir.
Gül - Kolera
Küçük Prens'in çiçeğinin / gülünün en belirgin özelliği narinlik ve gururdur. Gururu
dolayısıyla kendisini güçlü gösterse de bir yandan aslında
zayıf olduğunu da itiraf eder:
Çiçeğin bu gereksiz çalımı
gücüne gitmişti Küçük Prens'in. Dayanılacak gibi değildi.
Sözgelimi bir gün dört dikeninden söz ederken şöyle demişti:
“Bende bu dikenler varken bütün
kaplanlar pençelerini bileyip gelsinler bakalım!”
“Bu gezegende kaplan yoktur,” dedi
Küçük Prens, “hem kaplanlar ot yemez ki zaten.”
“Ben ot değilim,” diyerek
gülümsedi çiçek.
“Çok özür dilerim...”
“Ben kaplanlardan filan korkmam ama
rüzgâr deyince iş değişir. Bakın rüzgârdan ödüm kopar. Beni
rüzgârdan koruyacak bir şeyiniz var mı acaba? Sözgelimi bir
paravan...”
“Bir bitkinin rüzgârdan korkması
olacak iş değil,” diye düşündü Küçük Prens. “Bu çiçekten
bir şey anlamadım.”
“Gece fanusa koyarsınız beni.
Burası çok soğuk. İyi bir yer değil.” (s. 37-38)
Her insanın güçlü ve zayıf
yanları vardır elbette ve kimi insanlar da zayıf yanlarını
gizleme ihtiyacı duyabilirler. Türkçe rap'te bir yandan
zayıflıklarını dokunaklı şekilde anlatırken bir yandan da
insanlar ve hayat karşısında ne kadar güçlü, rap konusunda ne
kadar maharetli olduğunu anlatan kişi Kolera'dır.
Kırılganlıklarını ve kırılmışlıklarını anlattığı
satırlara örnekler:
Boşluğun kulesinde asılı kaldım
Sallandı hayatım ve ayaklarım
Yerin dibine çekildi vücut sıcaklığım
Pratik bir ölüm taktiğiydi oysa
Kendimi ikna edemedim
Kırık kemiklerimle bir düello
arifesinde kendime çıkan garip bir merdivenim
Gizli saklı odasında kaldı,
dalgınlığına daldı
Rüyasını yumuşak bir halıya sardı,
frenlerim boşaldı
Hoşça kal hayat, gidişatı gözüm
pek tutmadı
Kemirilmedi mi söyleyin bu kızın
eti, kemiği, kıkırdağı?
(“El İzi Koleksiyonum”)
Sen hiç kendine ağladın mı?
Ben çok ağladım
Uyandığım bu dünyada en çok
kendime acırdım
(“Zor İş”)
Resimlerimi yaktım artık,
çerçevelerim kiralık
Benden güzel, benden iyi her Havva
kızı, ben bir hastalık
Avutulmak istiyorum bir omza kafamı
yaslayıp
Mutlu gözüksem de kalpte şirazam
kayıp
(“Yarıda Bırak”)
Şu an tüm insanlara kırgınım, ah
be hayatım
Bana aldırma, sen bilmez misin
bedellerden yılgınım
Ben hep böyle dargınım, dinmez
yangınım
(“Gerilim Macera ve Suç”)
Zayıf veya yaralanmış olsa da güçlü
göründüğünün veya kendini toparlamak için güçlendiğinin
ifadesi olarak da şu satırlar örnek verilebilir:
Sanma ki gökten zembille indim ben
Kolum kırılsa da gizler onu hep bir
yen
Cefasını bulur herkes zaten sessizce
içinden
Ne batıklar çıkar benim denizimden
Karanlığı yoktur benim dehlizimden
Sanma ki hâlime içlenmem sessizce
içimden
(“Sessizce İçimden”)
Hayat böyle davrandıkça sert bir iki
ağlıyor, yoruluyor, bitkin düşüyorsun
Sonra düşünüyorsun, sert bir
komutan gibi hamlelerini hesaplıyorsun
Üzerindeki tozları silkip tekrardan
başlıyorsun
Ben ne bileyim, madem öyle katı
olayım yeri gelince
(“Korkusuz”)
Vücudumdаki bu çirkin izleri hiç
tаkmıyorum,
Tişörtümdeki kurşun deliklerini
sаymıyorum,
Derisi kаlkmış yumruklаrımı аrtık
sаrmıyorum
Hissizleştim, аcı duymuyorum.
Kendi türüyle beslenen böcektiler,
kemirdiler
Yаrа bаndım yаpmаdım kimseyi
Kendini iyileştiren bir hayvan gibiyim
(“Umudunu Kaybetme”)
Yanılmıyorsun artık
Şaşırmıyorsun artık
Sarsılmıyorsun artık
Dağılmıyorsun artık
(“İkilem”)
Kolera gücünü her zaman sonradan
kazanılmış bir güç olarak göstermez, gülün “Bende bu
dikenler varken bütün kaplanlar pençelerini bileyip gelsinler
bakalım!” derken yaptığı gibi meydan okuyucu bir ruh hâline
bürünür. Böyle anlarda rap'i de dikenleri olur:
Bas bas bağırarak geliyorum, sakının
Hadi kumdan kalelerinize kaçışın
Pamuk mermilerle savaşmam, anla!
Bir bir anla!
Bana müziğimi verin, olacağı görün.
(“Bir Bir Anla”)
Kolera şampiyon bu yıl, aksiyon
tavanda!
Kopyacı tembelleri ıslatarak döverim
havanda
(“Den Den Koy”)
Bir taşla yardım çok baş, telaşla
kaçış kardaş
Müzikle ben karındaş, benimle gel
vatandaş
(“Hiphop Hybrid” [feat. Illa Ills])
Sıra dayağına çekti yazıp
söylediklerim
Ve soğukkanlılık tamamen içime
işlemiş
(“Kolokolik”)
Koca bir dağı kaldıracak gibiyim
Ben o volkana değebilecek kişiyim
Sıradan bir kızın biriyim ama ben
bana dokunanın hakkından gelirim
(“Pespaye”)
Kolera'nın gücü ve dayanıklılığı
haricinde gururu ve özgüvenini yansıtan sözleri de vardır:
Ben kendimden şüphe etmem ki
Tersini söyleyene kulak asmam ki
Lafımın üstüne laf konuşulamaz ki
Mikrofondaki kız ben her zamanki
(“Düzenim Böyle İşler”)
Kaç kere yıkıldı düşlerim de yine
de
Dağ gibi duruyorum, sabitim yerimde
Sars beni, bir milim oynamam ki yerimden
Ağaç gibi salmışım
köklerimi derine
Kır dallarımı, kopar yaprağımı,
Tek tek topla eteğimdeki taşları
Dağ gibi dururum, eksiltemezsin beni
Ağaç gibi salmışım köklerimi derine
(“Dağ Gibi”)
Her sorunumun üstesinden gelirim
Yok
kimseye dökecek gözyaşım
Ben kendimi herkesten iyi bilirim
Yaklaşma, belada hep başım
Yok kimseye güvenim, bana yeterim
Ben giderim uzaklara
Hem kime
güvenip yola çıkayım
ben kendimden başka?
(“Üstesinden Gelirim”)
Kan ter içinde bu zor imkânımı
kendim var ettim yine yoktan
Kaçardı başkası çoktan ama dinozor
çıktı kabuktan
Sana sürpriz: Pire beklerken sen dev
çıktı karşına oyuktan
(“Bana Sorabilirsin”)
Kolera'nın Küçük Prens'in gülü
gibi fark edilme, sevilme ihtiyacı ve çabası olduğunu yansıtan
sözleri de vardır, ama bu kısımlarda güldeki gibi gurur ve çalım
yoktur:
Benden başka kim ısrarcı sende bu
kadar?
Ayırt et beni, fark et beni
Bardak gibi kır bırak beni
Ama bırakma beni!
Bırak şu çocukluğu
İkimizi de yakmak üzeresin
Sakladığım sabır tükendi
Ben de taşmak üzereyim (Yapma)
Nereye kadar dayanacak ha bu kalp?
(“Zor İş”)
Söyle bana daha önce hiç
kimseciklere söylemediğin sözler (Söyle!)
(“Sen Nasıl Bir İnsansın”)
Sana yaş döken elaları artık
güldürmen gerek
(...)
Sen benim değil, kendi kendinin
prensisin
(...)
Seviyorsan belli et!
Bu kalp değil bir parça et
Daha fazlası
Daha daha fazlası
(“Rüsvay”)
Of be!
Tükendiğimi göremedin günden güne
Artık gör be!
İki gözü açık körebe oynuyorsun,
artık kendine
gel be!
Bu tepkisiz hâllere artık bi' son ver
Tepki göster be!
Yeter, yeter, artık yeter, yeter
(“Körebe”)
Beklentim yoktu hiç, beni sev istedim
sade
Sen ne anlarsın ya hâlden, sahi ne
anlarsın benden?
(“Ölüm Gerçekmiş”)
Küçük Prens gezegeninden ayrılmaya
karar verdiği zaman gülü de onu sevdiğini belli eder. Kusurlarını
da itiraf eder ama gururundan dolayı Küçük Prens'te de hata arar:
“Budalalık ettim,” dedi. “Bağışla
beni. Mutlu olmaya çalış.”
Sitemsiz konuşması şaşırtmıştı
Küçük Prens'i. Elinde çiçeğin camdan evi, öylece kalıverdi.
Bu tatlı uysallığın nedenini kavrayamamıştı.
“Sevmez olur muyum seni,” dedi
çiçek. “Sevgimi anlamadınsa suç bende. Hem ne önemi var. Ama
sen de az alıklık etmedin. Hadi mutlu olmaya çalış. Şu fanus da
kalsın. İstemiyorum artık.” (s. 42)
Kolera şarkılarında âşığına
yüz vermeyen bir sevgili profili çizmezse de sevdiğinden yüz
bulamayışı karşısında onu suçlayan bir karakteri yansıtır:
Bana seni çok görüyorsun, sadece
seni seviyorsun.
(“Seni Seviyorsun”)
Kolera'nın gül gibi kırılgan ve
gururlu olduğu için karşısındakini incitebileceğinin ifadesi
olarak da şu satırları gösterebiliriz:
Dokunmasınlar bana, bir tırtıl gibi
zararsızım,
Eline almadıkça beni bir kirpi kadar
uysalım ama
Söz ver ısrar etmeyeceksin sevmek
için tüylerimi
Kim bilir bir anda batar dikenim belki
(“Bilmediğin Yere Doğru”)
Çiçek - Rozz Kalliope
Küçük Prens'in kendi çiçeği
dışında -gül bahçesindekileri saymazsak- romanda kısa süreyle gözüken bir çiçek daha vardır.
Bu çiçek üzerinden insanların değişken ruh hâllerine ve
arayışlarına gönderme yapılır:
“İnsanlar nerede?” diye sordu
Küçük Prens.
Çiçek, eskiden bir kervan görmüştü.
“İnsanlar mı?” diye tekrarladı.
“Galiba altı yedi insan var. Yıllar önce görmüştüm. Ama kim
bilir şimdi neredeler? Rüzgârla sürüklenmişlerdir. Kökleri
yok, yaşamları güç oluyor bu yüzden.”
“Hoşça kal,” dedi Küçük
Prens. (s. 72)
Bu kadar kısa bir diyalogdan
hareketle bir rapçiyi bu çiçeğe benzetmek fazla isabetli
olmayacaksa da buna en uygun düşen kişinin Rozz Kalliope olduğunu
söyleyebiliriz. Çiçeğin birkaç yıl önce görmüş olduğu
kervan kendisinin bir zamanlar içinde bulunduğu oluşuma (258
Noise) benzetilebilir. Köklerine bağlılık da Rozz Kalliope'nin
bir özelliğidir. Rozz farklı tarzlarda
şarkıları olmakla birlikte bu şarkılarda genellikle sesini güzel
kullanmaya özen gösterir ve son dönemlerde arabesk
esintili rap'lere ağırlık vermeye başlamıştır. Arabesk
kültürünün onun hayatında önemli bir yeri vardır ve bir
röportajında eski arabesk rap parçaları hâlâ dinlediğinden
bahsetmiştir. Ayrıca Rozz şarkılarında karakterinin
sağlamlığından da bahseder, “Değişmem” isimli bir şarkısı
da vardır.
Yılan - Şöhret
Küçük Prens romanın bir yerinde
bilmece gibi konuşan bir yılana rastlar; bu yılan romanın sonunda
Küçük Prens'in isteği doğrultusunda onu sokacaktır. Yılanın
ona söylediği şu cümleler onu şöhrete benzetmemize olanak
sağlamaktadır:
“İnsanların arasında da yalnızlık
duyulur.” (s. 70)
“Bir kral parmağından daha
güçlüyümdür. (...) Seni gemilerin gidemeyeceği kadar uzağa
götürebilirim. (...) Dokunduğum her yaratığı geldiği yere,
toprağa yollarım. Ama sen tertemizsin ve bir yıldızdan
geliyorsun...” (s. 70)
Şöhret herkeste olumsuz tesir
yapmaz. Kimisi geniş kitlelerce tanınsa da bu şöhreti iyi
yönetebilir ve sanatından taviz vermeyebilir, ama şöhret uğruna
veya şöhrete kavuştuktan sonra karakterinden ve/veya sanatından
ödün veren kimseler de her zaman olagelmiştir. Gemilerin
gidemeyeceği kadar uzağa gitmek geniş kitlelerce tanınmaya,
insanların arasında yalnızlık duymak şöhretin getirebileceği
yalnızlık duygusuna, yılan tarafından sokulmak da şöhretin
etkisiyle olumsuz işlere yönelmeye benzetilebilir.
* * *
İrdelememiz sonucunda şunu
diyebiliriz ki Türkçe rap'te birçok farklı karakterde rapçi
mevcut. Şarkı sözlerinden veya söylem ve davranışlarından
hareketle rapçilerin kişiliklerini incelediğimizde de Küçük
Prens'teki kahramanlar gibi çeşitlilik arz ettiklerini ve anlamlı
bir bütün oluşturduklarını görüyoruz. Söz konusu rapçilerin
bu yazımızda değinmediğimiz yönleri de var elbette; ancak biz
yazımızın amaçları doğrultusunda onlara birer roman kahramanı
gibi yaklaşmaya çalıştık. Eksik, abartılı veya zorlama
yorumlarımız varsa yazımızın esprisi çerçevesinde mazur
görülmesini dileyerek yazımızı noktalayalım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder