27 Mart 2021 Cumartesi

KÜÇÜK PRENS VE TÜRKÇE RAP

        Antoine de Saint-Exupéry'nin 1943'te yayımlanan Küçük Prens (Le Petit Prince) romanı (Türkçede novella / kısa roman tabiri yaygın olmadığı için direkt roman demeyi tercih ediyoruz.) Dünya edebiyatının en etkileyici eserlerindendir. Eserde kitabın anlatıcısı ve Dünya dışı bir gezegenden gelen Küçük Prens'in hikâyesi üzerinden yetişkin bireylerin değer yargılarına eleştiri getirilir. Eser, birtakım tiplere yer vermiş olması ve felsefi yaklaşımı dolayısıyla klasik özellik taşır. İnsanı yansıtmadaki başarısı dolayısıyla Küçük Prens üzerinden Türkçe rap'e bir bakış atmak istedik. Eserde yer alan her bir kahramanı rap camiasından uygun gördüğümüz bir karşılıkla eşleştirerek benzerlikler üzerinde durmaya çalışacağız. İsabetli noktalara değinmeye çalışacak olsak da bunun espri mahiyetinde bir girişim olduğunun göz ardı edilmemesini temenni ederek başlayalım. (Şunu da belirtelim ki sözler için şarkı sözü sitelerinden faydalandık, dolayısıyla sözlerde ufak tefek hatalar olabilir.)


        Küçük Prens - Harpya

        Romanda içimizdeki çocuğu temsil ettiği söylenebilecek olan Küçük Prens'in en belirgin özellikleri yalnızlık ile huzur ve anlam arayışıdır. Şarkılarında bu tür bir ruh hâlini yansıtan Harpya ile Küçük Prens arasında pek çok yönden benzerlik kurulabilir:

        Küçüklük & Yetişkinlerle zıt düşme - Romanda Küçük Prens çocuk yaşta olup yetişkinlerin dünyasını anlamakta zorlanan bir karakter olarak karşımıza çıkar. Bununla birlikte yeri geldiğinde bir yetişkinin akıl edebildiğinden daha fazlasını akıl edebilecek olgunluktadır. Harpya da geçmiş dönemlerde yazdığı şarkılarında yaşının küçüklüğüne, simasının çocuksuluğuna ve yaşından beklenmeyecek olgunluğuna değinmiştir:

Kimlik yaşı ufak yaşlıyım
(“Saplanınca Karanlığa” [feat. Aborjin])

Hâlâ çocuksu bir yüzüm var
(“Birilerinin” [feat. Assai])

Hiç uyuşmuyor aynadaki bu sıfatla düşünceler
(“Ayna”)

        Küçük Prens naif mizaçlı olsa da yeri gelince öfkelenebilmektedir, romanda anlatıcıya öfkelendiği bir kısım vardır:

        “Tıpkı büyükler gibi konuşuyorsun.

        Bu sözler beni utandırmıştı. O ise acımadan sözünü tamamladı:

        “Her şeyi birbirine karıştırıyorsun, karmakarışık ediyorsun.”

        Gerçekten çok öfkelenmişti. Pırıl pırıl saçları rüzgârda uçuşuyordu.

        “Bir gezegen görmüştüm, kırmızı suratlı biri yaşıyordu orada. Bir kerecik olsun çiçek koklamamış, hiç yıldız görmemiş, hiç kimseyi sevmemiş. Sayıları toplamaktan başka bir şey yapmamış hayatında. Yine de bütün gün senin gibi 'Önemli bir adamım ben! Ciddi bir adamım!' der dururdu. Gururundan yanına varılmazdı. Ama adam değil mantarın tekiydi.” (Antoine de Saint-Exupéry, Küçük Prens, Çeviri: Cemal Süreya & Tomris Uyar, Can Yayınları, 8. baskı, Ocak 2016, s. 33-34.)

        Harpya da şarkılarında insanlara ve dünyaya olan öfkesini dile getirebilmektedir, şu satırlarda da her zaman naif kalamadığına işaret ediyor:

Hayat, sana bir şey diyeyim, tadın eski tadın değil
Bıkkınım, düşündüğün kadar Ezgi hanım değil.
(“Saplanınca Karanlığa” [feat. Aborjin])

Bir bombayım, hasarlısın benim pimimi çekince
(“Şüphe Yok”)

        Küçük Prens gibi Harpya da yetişkinlerin dünyasını anlamlandıramamaktadır:

Yapay zekâ her birimiz, kodlarımız hazır,
Peki soruyor musunuz biz nasılız asıl?
(“Yapay Zekâ” [feat. Handi])

Büyüdük, elimize verilen bir tutkal, bir de maske
Karşı çıkarsan rastgele nefrete, kafanda kasket olmalı
Kanun kötek ve kasvet. Sokaklar hapse benzer
Eli cebinde cirit atarken nefret, yüzüne güler
İçe dökülür tüm yaşlar, bir de bunu hazmet

Kolaysa deyin “Bizi umursar biri”; umursamaz seni yahut beni
Irk, din, cinsiyet, ayakta kalan düşünce veya cinsiyet kimliği
Bölündük parça parça, sana akça pakça yutturulan metaforlar gece hortlar
Cebe para olarak inen vicdanı da uyuturlar
(“Dünya Küçük” [feat. MelodiRhyme])

        Bu sebeple Harpya içindeki çocuğun ölmesini istemez:

Rastlantıma bak, her şey, her ihtimal de aleyhime
Yaşanan her bir karanlık iter insanı kadehine
Fısıltı en yakında, şeytan izlemekte nefsimi
Ele geçirmesin, biraz çocukluk kaldı ruh dibinde
(“Şüphe Yok”)

        Küçük Prens'in tavırları yetişkinlerin dünyasıyla tezat teşkil etmektedir, Harpya da belli değer ve tutumları dolayısıyla kimi insanlardan ayrı bir yerde durduğunu söyler:

Hiyerarşik düzlemde ancak simgeliyorum taşrayı
(“La Coupable”)

Bu işlenmiş karmaşada yürüyen insana
karşı benim hayallerim kaldı pastoral
(“Pastoral”)

İzindeyim kendi yolumun her neyse adı
(“Pastoral”)

        Estetik duygusu - Küçük Prens doğadaki güzellikleri sever. Gezegeninde en değer verdiği şey gülüdür, kendisini en huzurlu hissettiği anlar gün batımı manzarasını seyrettiği anlardır. Gezegenindeki zararlı baobab filizlerini hiç ihmal etmeden her gün söküp atar. Harpya'nın da doğayı ve gün batımı manzarasını sevdiğini bazı şarkılarının kapak fotoğraflarından anlayabiliyoruz. Parçalarında şiirselliğe önem vermesi, kimi şarkılarında Fransızca sözlere yer vermesi (Küçük Prens'in orijinal dili de Fransızcadır) ve özellikle Vareste EP'de kullandığı altyapılar da müzikte estetiğe bağlı kalışının göstergeleridir. Müziğe duyduğu bağlılığın şiddetini de şu sözlerle dile getirmiştir:

Düşmana dönüştürür beni müzikten ayıran
(...)
Bende müzik ve sözler, en değerli an bu.
(“Külüstür” [feat. MCB])

        Mahlasını zikrettiği satırlarda da kızıl göğe işaret eder:

Keyfi kapıp kaçan bir Harpya'yım ben ve kanatlarım
süzülürken göz diktiğim semalarım koyu kızıl
(“Tarantulalar”)

        Harpya'nın Cadillac marka arabaya yaptığı atıf da estetik duygusuna bağlanabilecek bir tercihtir:

Vilayet değiştirirken istedim bi' Cadillac
(“La Coupable”)

        Küçük şeylerle huzur bulma - Küçük Prens huzuru küçük şeylerde (gün batımı manzarası seyretmek, bir su kuyusuna yürümek vs.) arar:

        “Sizin Dünya'da insanlar,” dedi Küçük Prens, “bir bahçede beş bin gül yetiştiriyorlar; yine de aradıklarını bulamıyorlar.

        “Bulamıyorlar,” dedim.

        “Oysa aradıkları tek bir gülde, bir damla suda bulunabilir.” (s. 92-93.)

        Küçük Prens suyun yüreğe de iyi gelebileceğini düşünür ve bir su kuyusuna yürümekte de anlam bulur. Harpya da şarkılarında kahveye özel bir atıf yapar ve sadece ona erişmekte değil, ona doğru yürümekte de anlam bulur:

Uyandım, bakındım pencereden uzun sokağa
Her bir detayı kurcala, zaten sonra ucu kaçar
Bu hissizlik furyası kafamı kurcalar
Bir kahve iyi gider, o an mutfağıma adımlar
(“Gece” [feat. MCB])

        Harpya'nın şarkılarında kahve, hayatın olumsuzlukları karşısında onu dinginliğe eriştiren bir içecek olarak gözükür:

Bak güneş doğar, bu ahşap evin duvarlarındaki gerçekleri
silmeye mecalim yok; kahvemi yapıyorum, sen de ister misin?
(“Dünya Küçük” [feat. MelodiRhyme])

Bi kahve ver, çok yoruldum ama manzaram güzel
(“Uzaktan”)

        Harpya'ya huzur veren bir başka şey de elbette dinlediği müziklerdir:

Oysa beni rahatsız etmez yalnızca bir ruh
Karanlık oda ve sürekli değişen müzikler
(“Gece” [feat. MCB])

        Yalnızlık - Küçük Prens yalnızlık duygusuyla doludur. Gezegenindeki gül kibri dolayısıyla ona fazla teveccüh göstermez, Dünya'ya gelmeden önce uğradığı gezegenlerdeki kişilerin tavırlarını anlaşılmaz bulur, dünyada karşılaştığı kişiler de ondaki yalnızlık duygusunu kalıcı şekilde dindirecek kadar güçlü bir etki yaratamazlar. Harpya da insanların tutumlarını eleştirir ve yalnızlığa sığınır:

Anla ahmak, herkesin derdi geride kalmamak
(“Ayna”)

Tek isteğimdi anlaşılmak gizlediğim düzende
(“Oğlak Dönencesi”)

Kafama göre takılıp bu aralar odamdayım
(“Ruhumun Senfonisi”)

Yüzler arttıkça artar omzumdaki yükler
Oysa beni rahatsız etmez yalnızca bir ruh
Karanlık oda ve sürekli değişen müzikler
(“Gece” [feat. MCB])

        Harpya'nın karşılaştığı yüzlerin ondaki yükleri arttırması gibi Küçük Prens'in diğer gezegenlerde karşılaştığı kişiler de ondaki şaşkınlığı arttırmaktadır. İlgili bölüm sonlarında yer verilen cümleler bu artışı hissettirir: “Büyükler çok garip oluyor.” (s. 49), “Büyükler gerçekten çok tuhaf oluyor.” (s. 51), “Büyükler gerçekten çok, çok tuhaf oluyor.” (s. 53), “Büyükler tepeden tırnağa olağanüstü kişiler canım.” (s. 58).

        Küçük Prens'in yalnızlık duygusunu en derinden veren kısım kitabın 19. bölümüdür:

        Küçük Prens yüce bir dağa tırmandı.

        (...) sipsivri tepelerden başka hiçbir şey ilişmedi gözüne:

        “Günaydın,” dedi usulca.

        “Günaydın... Günaydın... Günaydın...” diye karşılık verdi yankı.

        “Kimsiniz?”

        “Kimsiniz? Kimsiniz? Kimsiniz?”

        “Hepiniz dostum olun. Yapayalnızım.”

        “Yapayalnızım... Yapayalnızım...”

        “Ne tuhaf bir gezegen!” diye düşündü Küçük Prens. “Her yer kuru, her yer sivri, her yer sert ve acımasız. İnsanlarda da düş kurabilme gücü hiç yokmuş. Ne söylerseniz onu tekrarlıyorlar. Benim gezegenimde bir çiçeğim vardı, söze ilk o başlardı...” (s. 73-74)

        Küçük Prens etrafa yüksek bir tepeden seslendiği için kendi sesini geri duymuş ve bu akis ondaki yalnızlık duygusunu beslemiştir. Var olan şeylerin anlamsızlığına ve var olmayan şeylerin mevcudiyeti fikrine Harpya'da da rastlarız:

Olmayanlar beklenir ve olmayanlar evleri doldururken
Olanlar hiç olduramaz bir şeyi!
(“Olmayanlar”)

        Melankoli - Küçük Prens belki de kendisinden beklenmeyecek derecede hassas ve melankolik bir yapıya sahiptir. Roman boyunca yalnızlık çektiğini, aradığı huzuru tam manasıyla bulamadığını ve romanın sonunda bir çeşit intihara yöneldiğini görürüz. Harpya da hemen her şarkısında melankolik ruh hâlini yansıtır:

Gülmek istedim fakat vitrinde kalmıştı kahkaham
(“Birilerinin” [feat. Assai])

Ne anlamlıydı çerçevede kalan kahkaham
(“Olmayanlar”)

Karıncalanan bir kafayla devam ederdim günlere
(“Gece” [feat. MCB])

Paspal kanatlarım açılıyor, der “Bugün uçmayalım”
Tanıyor bu asfalt beni önceden çakıldığım
(“Pastoral”)

Sert bir kış geldi, çelme takıp devirdi beni
Bavullarımı kapı önüne attı, artık duruldu zihin
Elimden her şeyimi aldı, kalmadı hatırı kalan bir şey
Hatırlamaya başladım, her şey unuttuğun gibi
(“Metilfenidat Derneği”)

Artık gitti elimden çoğu şey, farkındayım
Çocukluğumun benden beklentisinin altındayım
Şimdi tek kurşunumuz kaldı, o da rap yapmak
Nasılsa ben düştüm diye kimse sarsılmadı
(“Göçebe” [feat. Zeval])

Alın herkesi ve yalnız kalıp delireyim
Tanrı benden öç alır gibi, bu yağmuru dindirip
gelip kafeste çevirin, son kez o sesi dinleyeyim
Ben alışırım ama sana obsesif biriyim
(“Dünya”)

İzlediğin film değil, hayat; çöker başa kara
bi bulut, o zaman anlarsın bastığın yaş taşa
Ona da kinle kalkıp dersen “işlerim tastamam”
Sonra düşer birden yıldız sandığın taş başa

Benim de içtiğimi dizdiğim bi' buzdolabı kenarı
Bir öfke var ki dinmiyor kustuğumda azalıp
Sustuğumuz azalıp bitmiyor içtiğimde ilacı
Korku somutlaştı, çünkü dolabımda yarısı
(“Bullshit” [feat. Zeval])

        Küçük Prens romanın sonunda gezegenine geri dönmek ister, ama bedeninin ağır oluşunu bahane ederek intihara yönelir. Harpya da bedeninin kendisine yük oluşu ve intihar düşüncelerine yer vermiştir:

Yürü bedenim, aşinayım her bir nefrete
Bir gün senden de çıkacak ruhum tek nefeste
(“Şüphe Yok”)

Korkuyorum bazı zaman intihar bencillik diye
Tahammül yok, geri gelmem kapıyı çekince
(“Şüphe Yok”)

        Küçük Prens Dünya'yı terk etmeye karar verdiğini yazara açıkladığı kısımda ara ara hüzünle gülümser, Harpya da bulunduğu yeri terk ediş düşüncesiyle acı gülümsemeyi şu satırlarda birleştirir:

Fakat bir gece şehir pes ettiğimi düşününce
terk edeceğim selamlayıp ağızda kan kokan gülüşle
(“Oğlak Dönencesi”)

        Küçük Prens romanın sonlarına doğru “Ölmüş görüneceğim, gerçekte ölmeyeceğim oysa” der. Harpya da şarkılarında sanatsal bir abartı olduğunu şöyle dile getirir:

Şaka, alt tarafı yazıyoruz be, dostum müzikte kan bu.
(“Külüstür” [feat. MCB])

        Anlam arayışı - Hayatta ve insanın iç dünyasında görüntüler, yaşantılar ve hareketlerin ötesinde bir anlam yatar diyebiliriz. Hayat -ya tercihen ya farkında olmayarak ya da mecburen- kabaca yaşandığı takdirde görünenlerin arkasındaki görünmeyenler fark edilmez ve ruhsuz bir yaşam sürdürülmüş olur. Küçük Prens sevgi ve huzur aradığı gibi anlamı da arar, bu anlam arayışında ona en çok rehberlik eden karakter de tilki olur. Tilkinin ona söylediği en anlamlı cümle “Gerçeğin mayası gözle görülmez.” cümlesidir, Küçük Prens bu cümleyi bir parola gibi benimser. Harpya da görünenin arkasındaki görünmeyenin önemli oluşunu dile getirir:

Her gün aynı maratonda kaybolan bir suratım ben
Kimin umurunda ruhlar binlerce surat varken
Ben gördüğün tepkisiz, müzik dinleyen heykel
Hayallerim küçük, hatalarım farksız devden

Sayfama dokunan mürekkep ruhumda parmak izi
(“Dünya”)

        Küçük Prens romanın sonunda kendisini yılana sokturur ve bu suretle bedeninin yükünden kurtulur. Bunu yapmadan önce yazara “Ölmüş görüneceğim, gerçekte ölmeyeceğim oysa.” diye teselli vermiştir. Bu olay, yetişkinlerin içlerindeki çocuğu öldürmeleriyle ve ruhun ölümsüzlüğü fikriyle bağlantılı olarak romanda yer almış olmalıdır. Yazarın ve kurguladığı Küçük Prens'in anlam arayışı ve yalnızlık duygusu, yani ruhlarında bulunan derin yaralar insanların hayatına ışık tutacak böylesi güzel bir romanın ortaya çıkmasına vesile olmuştur. Harpya'nın şu sözleri de hayattaki bu durumu çok güzel özetlemektedir:

Ne kadar yara aldıysan mucizen o kadar derin
(“Oğlak Dönencesi”)


        Pilot - Yeis Sensura

        Küçük Prens'in ikinci ana kahramanı yazar anlatıcı konumundaki pilottur. Roman, anlatıcının Küçük Prens'le karşılaşmasından önce yaşadıklarıyla başlar. Bu kısımda anlatıcının, çocukluğunu yaşayamayan ve yetişkinlerin dünyasıyla bir türlü uyuşamayan biri olduğunu görürüz. Yetişkinler onun resme olan ilgisini önemsememiş ve onu ona sıkıcı gelen derslere yönlendirmişlerdir:

        Büyükler boa yılanlarını içten ve dıştan gösteren resimleri bir yana bırakıp tarih, coğrafya, aritmetik ve dilbilgisiyle ilgilenmemi öğütlediler. Böylelikle daha altı yaşımda, bana parlak bir gelecek sunan resim sanatından vazgeçtim. (s. 10)

        Yeis Sensura da kimi şarkılarında yetişkinlerin dünyasıyla yaşadığı uyumsuzluğu anlatır, Sivil İtaatsiz albümü ise baştan sona böyle şarkılardan oluşur. Bu albümdeki “Hayal Kurmam Zor” şarkısında geçen “Derdim büyük, derdim büyüklerdi.” cümlesi onun bu yönünü en net yansıtan cümlelerdendir. Yeis Sensura yetişkinlerin dünyasına sırt çevirirken çocuksu bir psikolojiye de bürünür, örneğin “çükümü bile kestiler.” (“Çocukluk Evrelerim”) dahi der. Onun dersler hakkındaki görüşleri de anlatıcı pilotun görüşleriyle benzerlik taşır:

Sıkıldım hocam sıkıldım
İşe yaramaz bu çöp kitaplar!
Adım attığım her yer bataklık
Bize yaramaz bu boş hitaplar (Ey)

“Adamım var” dersen olur
Bize tehditler savurur
Ben de bıraktım defter, ders, okulu
Hayat düz yazılır ama ters okunur
(“Olanaklar”)

        Pilot gibi Yeis Sensura da yetişkinlerin onun hayallerine giden yolu tıkamasından şikâyet eder:

Üniversite bitti, rastaları kestim
Memur olmalıydım onlar için, müzik hep hevesti
Aile, baskı, nakit, yokluk...
Öyle olmadığımı anlatmaya vakit yoktu
Önce KPSS, sonra yollar hep ıraktır,
Kalbim or'da kaldı dostum çünkü Ankara'yı bıraktım.
Gittim, kayboldum.
Memurdum, sevinen ailem oldu.
Mutlu zannediyorlardı ilk bakışta
Öyle olmadığımı anlatmaya hep çalışmak
daha zor, daha güç.
(“Dayan”)

Koştururdum önceden ve şimdi çok yoruldum
Çok çalıştım, çok çalıştım, doktor oldum
Teşekkürler anne ama oğlun
başkası olmaktan çok yoruldu

Bas tekme, kasvetten geçilmiyor
Hapsetmek hayalleri, bekletmek öğretilir mektepte
Değersiz değilim eve getirdiğim ekmekten
Yoruldum anne her gün maske takıp gezmekten!

Hayallerim vardı, hepsi öncedendi
Satacaktım belki sokaklarda körce mendil
Ruhum zengin çünkü az önce cebimdeki son beşliği
İstiklal'de çalan gence verdim

(...)

Koştururdum önceden tüm gece
Şimdi ne manzaram var ne güneş ne de pencerem
29 oldum, emin olduğum bir şey var:
Beklersem hayallerim kesinlikle gelmeyecek!
(“Kafamdaki Zincirler”)

        Anlatıcı yetişkinlerin arasında varlık göstermek için onlar gibi yaşamaya alışır. Karşısındaki kişileri çocukken çizdiği resimle sınadığı da olur ama istediğini bulamayınca yine aynı döngüye teslim olur:

        Zekâsı azıcık parlak görünen birine rastladığımda yanımdan eksik etmediğim Resim No. - 1'i çıkarıyor, deneyimi uyguluyordum. Gerçekten kavrayışlı biri mi değil mi anlamaya çalışıyordum. Ama hepsinin verdiği karşılık birdi:

        “Şapka.”

        Tabii ben de artık onlara ne boa yılanlarından ne balta girmemiş ormanlardan ne de yıldızlardan söz açıyordum. Onların düzeyine iniyordum. Briç diyordum, golf, politika, kıravat mıravat. Onlar da böylesine aklı başında biriyle tanıştıklarına bayağı seviniyorlardı. (s. 11)

        Yeis Sensura “Olanaklar” klibinde anlatıcının eleştirdiği şeylerin bir kısmına (politika, kravat) eleştiri getirmiştir. Klipte takım elbiseli, politik konuşma yapan birini canlandırır ve canlandırdığı diğer kişilikle bu hâlinin kâğıt fotoğrafını buruşturup atar.

        Küçük Prens'te insanların dış görünüşlerine göre yargılandığı toplumsal düzeni eleştiren bir kısım da vardır:

        Küçük Prens'in geldiği gezegenin “Asteroid B-612” olduğu konusunda yabana atılamayacak kanıtlarım var. Bu gezegeni bir zamanlar teleskopla ilk kez gören biri olmuş: 1909'da bir Türk gökbilimcisi.

        Bu konuda hazırladığı raporu Uluslararası Gökbilimciler Kurultayı'na sunmuş. Ama başında fes, ayağında şalvar var diye sözüne kulak asan olmamış. Büyükler böyledir işte.

        Bereket versin, Asteroid B-612'nin onurunu kurtarmak için dediği dedik bir Türk önderi tutmuş, bir yasa koymuş: Herkes bundan böyle Avrupalılar gibi giyinecek, uymayanlar ölüm cezasına çarptırılacak. 1920 yılında aynı gökbilimci bu kez çok sık giysiler içinde Kurultay'a gelmiş. Tabii bütün üyeler görüşüne katılmışlar. (s. 20-21)

        Yeis Sensura da dış görünüşle ilgili kalıpları eleştirir:

Yedi yaşında işler biraz değişti…
Okula başlamıştım, önlükle ilişkiye girdim ilk kez
(“Çocukluk Evrelerim”)

Selam hocam, 9-A’ dan Mehmet Çetin, okuldan!
(...)
Sen hep rahatsızdın benim kotumdan
(“Hocam”)

Gönlüm her an kızgın
Kalkma saati aynı, kıyafetler aynı
(...)
Gelecek viraneyken “Küpene ne der elalem?”
“Uslu dur, anana babana derim” der idare
Karakterim hür âdet, ben sevmiyorum müdahale
Benim ömrüm bir tane, bence etmelisin idare!
(“Hayal Kurmam Zor”)

Üniversite bitti, rastaları kestim.
(...)
Rastalarım uzamalı, yoksa ateşteyim!
(“Dayan”)

        Yeis Sensura derslerin, kılık kıyafet kurallarının, çocuklara yetişkinlerce gösterilen hedeflerin insanın gelişiminin önünde bir engel teşkil ettiğinin farkına varmıştır. İnsanların her meselede kendi fikirlerini oluşturmaları gerektiğini söyler:

Yollara düştüm, dert tanımam
Öğütlerinden ders alamam ben
Adım attığım her koruda
Benim fikrim var her konuda
(...)
Beynine asla koyma sınır
Koyma sınır, sakın koyma sınır
(“Yollara Düştüm”)

        Romandaki pilot, yetişkinlerin maddi kaygılarından ve yüzeysel değer yargılarından da şikâyetçidir:

        Büyükler sayılara bayılırlar. Tutalım, onlara yeni edindiğiniz bir arkadaştan söz açtınız, asıl sorulacak şeyleri sormazlar. Sesi nasılmış, hangi oyunları severmiş, kelebek biriktirir miymiş, sormazlar bile. “Kaç yaşında?” derler, “Kaç kardeşi var? Kaç kilo? Babası kaç para kazanıyor?” Bu türlü bilgilerle onu tanıdıklarını sanırlar.

        Deseniz ki, “kırmızı kiremitli güzel bir ev gördüm. Pencerelerinde saksılar, çatısında kumrular vardı.” Bir türlü gözlerinin önüne getiremezler bu evi. Ama, “Yüz bin liralık bir ev gördüm.” deyin, bakın nasıl “Aman ne güzel ev!” diye haykıracaklardır.

        (...)

        Oysa bizim gibi hayatı yakından bilen kişiler için sayılar nedir ki. (s. 22)

        Yeis Sensura da yetişkinlerin maddi kaygılarından bunalmıştır:

İnan parasızlık değil, seni düşünmemek fakir yapar
(“Saçma vs Sapan”)

Param var, dersen benim
Dersen alırım her şeyi
Son model araban da olsa
Bir kazalık işin var
(“Kim Olduğunu Bilmiyorsun”)

Zekâ ölçme cetvelini hep para sandınız
Yarışırken gittiğimiz yer koşu bandıdır
Bir yere varmadık. Bundan umut kalmadı
Dünyayı belirler saçma değer yargınız
(“Hayal Kurmam Zor”)

Bazen insanlar anlamsız konuşmakta
Senin kafan bu yüzdendir fazlasıyla karışmakta
Boş ver biz insanoğlu usanmışken alışmaktan
Olur böyle şeyler, çünkü hayat insandan oluşmakta
(...)
Bazen insanlar inat eder, değişmezler
Bunun nedeni: kapitalizm gelişmekte
(“Güne Başla Yeniden”)

        Yeis Sensura insanların yardımlaşma ve sevap anlayışlarının dahi maddi temellere dayandığını söyler:

Hangi dinin sevabı kanser olan kızın cebine üç beş kuruş tutuşturmak? (Ey!)
(“Gene Ne Var!”)

        Yazarın Küçük Prens'i arkadaşına ithaf etmesi de bu bakımdan anlamlıdır. Yazar, Léon Werth isimli arkadaşına bu kitabı ithaf etmesinin sebeplerini sıralarken onun aç ve açıkta olduğunu dile getirir ve kitabının ona iyi gelebileceğini belirtir:

        Léon Werth için

        Bu kitabı koskoca bir adama adadığım için küçüklerden beni bağışlamalarını dilerim. Ama önemli bir özürüm var: Şimdiye kadar bu adamdan daha iyi bir başka dostum olmadı. İkinci özürüm de şu: Bu adam, her şeyi değerlendirebilir. Çocuklar için yazılmış kitapları bile. Sonra üçüncü bir özürüm daha var: Bu adam Fransa'da oturuyor şimdi, aç, üstelik açıkta. Avutulmak ister. Bütün bu sayıp döktüğüm özürler yetmezse ben de kitabımı onun bir zamanki çocukluğuna adarım tabii. Bütün koca adamlar bir zamanlar çocuktular (gerçi aralarında bunu hatırlayanlara az rastlanır ya.) İşte gerekli değişikliği yapıyorum:

        Çocukluk günlerindeki Léon Werth için (s. 7)

        Yeis Sensura da bir zamanlar çocuk olduğunu hatırlayan yetişkinlerden biri. İnsan ruhuyla ilgili bir meslek (psikologluk) edinmiş olmasına rağmen mesleki kaygılara sırtını dönerek kendini sanatına vermiş ve insanların ruhuna bu yolla dokunmayı tercih etmiş. Hâkim değer yargılarını eleştiriyor olsa da toplumun her doğrusuna sırt çevirmeyi ve sınırsız özgürlüğü savunan bir karakteri olmadığı düşünülebilir. Saint-Exupéry'nin özgürlük ve sorumluluk anlayışı da bu çeşittir:

        Gerçek serüvenciler varlıklarını körü körüne tehlikeye atmayan sorumlu kimselerdir. Sorumluluk insan olmanın birinci koşuludur. “İnsan olmak özellikle sorumlu olmaktır” der Saint-Exupéry. Bu durumda insan olmak gerçek anlamda yükümlü olmaktır, bütün bir dünyaya bağlı olmaktır. Alıp başımızı istediğimiz yöne gidebilir miyiz? “İnsanın dosdoğru yoluna gidebileceğini düşünürler. İnsanın özgür olduğunu düşünürler. Onu kuyuya bağlayan ipi görmezler. Onu bir göbek bağı gibi dünyanın karnına bağlayan ipi görmezler. İnsan bir adım daha atsa ölür gider.” Bu bağlanmışlıkta oyununu iyi oynamak ve büyük oynamak gerekir. Yaşamı büyük yaşamak sıradan bir korkusuzun işi değildir. Yalnız yürekliler doğruya ulaşabilirler. Gözüpek insanlardan korkmak gerekir, yalnızca gerçek insan yüreklidir. Çünkü sorun başını belaya sokmak sorunu değil kendi doğru yolunu çizmek kendi doğrusunu ortaya koymak sorunudur.

        Önemli olan dünyayı yaşanılır kılmaktır. İnsan için daha güzel bir dünya tasarlamak: Saint-Exupéry'nin insancılık bildirisinin temel ilkesi budur. Bunun için de elbet doğruya gereksinimimiz vardır. Bütün insan için doğru olanı bulup çıkarmak zorundayız. Doğrular önemlidir. Yolumuzu doğru çizebilmemiz için doğrular önemlidir. Saint-Exupéry doğrunun “dünyayı basitleştiren şey” olduğunu düşünür. Amaç karmaşa yaratmak olmadığına göre o dünyayı basitleştiren şeyi ortaya koymak gerekir. Ona göre her gerçek insan evrenselin birey üzerindeki belirleyici gücünü yaratmaya çalışmalıdır. İnsan dünyayı daha da insanlaştıracak bir şeylerin peşinde olmalıdır. Bunun yolu da serüvenci yaşamından geçer. Gerçek yaşam bir serüvenler dizgesidir. Bir serüvenden bir serüvene geçerken insan olmanın anlamını son sınırlarına kadar yaşamak gerekir. (Afşar TİMUÇİN, “Antoine de Saint-Exupéry'de Sorumluluk Duygusu”, Estetik 2 - Estetik Bakış, Bulut Yayınları, 2. baskı, 2013, s. 201-206.)

        Yeis Sensura'nın psikologluğu bırakıp rapçiliğe yönelmesinde kişisel ilgi ve yetenekleri belirleyiciyse de protest bir tavrının olması onun da bu çeşit bir sorumluluk duygusuna sahip olduğu izlenimini veriyor. Türkçe rap'te toplumun hâkim değer yargılarını eleştiren ve bu çeşit bir sorumluluk duygusuyla hareket eden birçok rapçi bulunabilirse de Küçük Prens'teki anlatıcıya benzetilmeye en müsait olanı bizce Yeis Sensura'dır.


        Kral - Sagopa Kajmer

        Küçük Prens'in uzaydaki yolculuğunda ilk durağı kralın yaşadığı gezegen olur. Bu kral Küçük Prens'i görünce sevinir, çünkü ona emirler verebileceğini düşünür. Şu da var ki bu kral, emirlerini akla ve koşullara uygun şekilde vermeye çalışmaktadır. Gezegeninde tek başına yaşamakta olduğu için Küçük Prens onun neye hükmettiğini anlayamaz, o ise gezegenlere ve yıldızlara hükmettiğini söyler. Küçük Prens sıkılıp oradan ayrılmak istediğini söyleyince kral onu adalet bakanı yapmak ister. Küçük Prens gezegende yargılanacak kimse olmadığını söyleyince de aralarında şu konuşma geçer:

        “O zaman sen de kendini yargılarsın. En gücü de budur zaten. Kendini yargılamak başkalarını yargılamaktan çok daha güçtür. Kendini yargılamayı başarabilirsen gerçek bir bilgesin demektir.

        Ben kendimi nerede olsa yargılarım. Bunun için buraya yerleşmem gerekmez.”

        “Hımm!” dedi kral, “gezegenimin sınırları içinde yaşlı bir farenin yaşadığını gösterir bir sürü kanıt var elimde. Geceleri sesini duyuyorum. Onu yargılarsın. Ara sıra ölüm cezası verirsin ona. Senin adaletinin pençesinde kalır. Ama tutumlu davranmalı, her seferinde onu bağışlamalısın. Çünkü yargılanacak bir o fare var elimizde.”

        “Ben ölüm cezası vermekten hoşlanmam. En iyisi kalkıp gitmeli.” (s. 48)

        Kral Küçük Prens'in gitmemesi için diretirse de ona sözünü dinletemez, sonunda Küçük Prens'in gidişine uygun düşecek şekilde “Seni elçi yapıyorum.” der.

        Türkçe rap'te bir rapçiye krallık vermeyi düşünsek buna en uygun kişi herhâlde Sagopa Kajmer olur. Sagopa Kajmer Türkçe rap'e büyük katkı sağlayan isimlerden biridir ve rapçilik dışında DJ'lik, prodüktörlük yanları da vardır, ayrıca kendi müzik şirketinin sahibidir. Küçük Prens'teki kralın gezegen ve yıldızlara hükmetmesi gibi onun da plaklara hükmettiği söylenebilir. Zamanında genç yeteneklere de destek olmuştur; bu gençlerin bir kısmı da Disstortion EP'de yer alarak bir anlamda Kuvvetmira'nın adalet bakanlığını yürütmüşlerdir. Sagopa'nın bazı diss'lerinin isimleri de emir mahiyetindedir (“S.k.t.r.n. G.d.n.”, “Kır Kalbini Ver Elime”, “Bu İşlerden Elini Çek”).

        Sagopa zaman zaman farklı ekipler kurmuş olsa da günümüzde Küçük Prens'teki kral gibi tek başınadır. Kralın fareyi yargılamada hassas davranması gibi o da zamanında zıtlaştığı kişileri yargılama konusunda hassaslaşmış ve dinleyicilere bu noktada olumlu mesajlar vermeye başlamıştır. Kralın kendini yargılama (özeleştiri) konusunda söyledikleriyle de Sagopa'nın tavrı ve tarzı arasında paralellik kurulabilir. Onun rap'lerinde kişinin kendi içine dönen bir bakış söz konusudur ve yaşanan acılardan, dünyanın gidişatından ders çıkarıcı / felsefi bir yaklaşım sergilenir. Sagopa'nın farklı dönemlerde farklı söylemlerde bulunabilmesi ve rap'inin rotasını da kişisel değişim ve gelişimlerine paralel şekilde değiştirebilmesi de sanatına eleştirel bir gözle bakabildiğini gösterir. Ayrıca Sagopa şartlara ve tecrübelerine göre değişen yapısı dolayısıyla da kralla benzeşir.


        Kendini beğenmiş adam - Norm Ender

        Türkçe rap'te kendisini çok yücelten isimlerin başında Norm Ender gelmektedir. Norm Ender on numara denebilecek şarkılara da imza atmış olmakla birlikte genellikle orta seviyelerde seyreden bir rapçi olmuştur; buna rağmen kendisine ve rap'ine olan güveniyle Ceza ve Sagopa Kajmer gibi isimlere dahi meydan okuyabilmiştir. Şarkılarında takındığı alaycı tavır ve kendine yaptığı övgüler onu Küçük Prens'teki kendini beğenmiş adama benzetmemiz için yeterlidir:

Sizde metelik okey, bende yetenek
(“Rap Dersi”)

TÜBİTAK zorla, deha yetişsin
Zekâmı ölçecek alet üretsin
(“Kafam 1 Milyon”)

Zarları salla ve bunu yapmalısın
Beni geçmek için on üç atmalısın
(“Deli”)

Mekânın sahibi geri geldi
(“Mekânın Sahibi”)

Kes lan! Rap'in tanrısı geri döndü
Bu sesten alayınızın başı döndü
(“Deli”)

Biraz ara verdim, biri demiş “Öldü.”
(...)
Şimdi de yazıyor “Kral eve döndü.”
(“Enderground”)

Şimdi karşınızda Türkçe rap'in efsanesi
Yine çizilecek birçoğunun kestanesi
Tabii zor bu durumu kabul etmesi
Hani piyasada bir dehanın beklenmesi

(...)

Ama siz niye kafanıza göre taç yapıyo'nuz
Zaten bu müziğin bi' kralı var.
(“Benim Stilim”)

Sen bana söyle Ceza mı ustan?
Sagopa ya da Fuat kaçar bu kurstan.
(“O Piç de Bendim”)

Charlie Chaplin Monte Carlo'da Charlie Chaplin'e Benzeyenler Yarışması'na katıldı. Ve üçüncü oldu. İşte bütün hikâyem bu. Rakipsiz Norm life!
(“Sonumu Görüyorum”)

        Norm Ender bu tarz söylemlerini şarkılarda ve sosyal medyada sürdürse de katıldığı programlarda olgun bir tavır sergilemekte ve kendi rap'i haricinde Türkçe rap'i dert edinen söylemlerde bulunmaktadır. Diğer rapçiler hakkında ılımlı söylemlerde de bulunabilmektedir. Yine de şarkılardaki Norm Ender hâlâ asi ve kendini beğenmiş; bu noktada sanat anlayışı haricinde hayranlarının da payı var diyebiliriz.


        Sarhoş - Ceg

        Romanda Küçük Prens'in üçüncü durağı olan gezegende bir sarhoş yaşamaktadır. Bu sarhoş kendisiyle barışık olmayan ve iç çatışma yaşayan biri olarak karşımıza çıkar:

        Vardığı gezegende bir sarhoş oturuyordu. Orada az kaldı ama büyük bir kedere kapıldı.

        Dizi dizi boş ve dolu şişeler arasında ses etmeden duran sarhoşa sordu:

        “Ne yapıyorsun?”

        “İçiyorum,” diye karşılık verdi sarhoş. Sesi hüzünlüydü.

        “Niçin içiyorsun?”

        “Unutmak için.”

        Onun durumuna üzülmeye başlayan Küçük Prens:

        “Neyi unutmak için?” diye sordu.

        Sarhoş başını önüne eğerek içini döktü:

        “Utancımı unutmak için.”

        “Neden utanıyorsun?”

        Küçük Prens ona yardım etmek istiyordu. Ama sarhoş kesin bir sessizliğe gömülerek konuyu kapadı:

        “İçmekten utanıyorum.”

        Küçük Prens iyice şaşırmıştı, oradan uzaklaştı.

        “Büyükler gerçekten çok, çok tuhaf oluyor,” diye düşündü yol boyunca. (s. 52-53)

        Dinleyiciler Türkçe rap'te bu tarz bir psikolojiyi yansıtan kişinin Ceg olduğu konusunda tereddüt etmeyeceklerdir. Onun şarkıları bu sarhoşun tek tek kurduğu cümlelere karşılık gelir gibidir, yani Ceg bazı şarkılarında sadece içinde bulunduğu durumu anlatır, bazı şarkılarında unutmak istediklerinden söz eder, bazı şarkılarında da içinde bulunduğu durumdan şikâyetçi bir ruh hâlini yansıtır. Sarhoşla arasındaki fark onun her zaman hüzünlü olmaması, “İçiyorum”a karşılık gelen şarkılarda hâlinden memnun ve umursamaz bir tavır takınmasıdır:

Adamım kentin tozunu dumana katalım bu gece
Kafama eseni yaparım, yoruma kapalı bu gece
(“Bu Gece”)

Sokaklarda geziniyorum, kafamız matiz
(...)
Bedenimde otokontrol sistemi yok
Olabilirim ama iyi olmak istemiyo'm
(“Kafamız Matiz”)

        Ceg bazı şarkılarda geçmişinden söz eder; bu şarkılarda babası, babaannesi, eski sevgilisi, öğretmeni, rap camiası ve kapitalizm eleştiri konusu olur:

Hep denedim, çalışma hayatı bana göre değil
Çok çalıştım, tam yapamadım ama görevimi
Hane Otel'den atıldım, çekemedim köleliği
Para evrende gerçekten her şeyden öte midir?
(“Dibe Battım”)

Erkek çocuklarına babaları hayatı öğretir
Ama ben babamdan babalık namına bir b*k görmedim
En çok korktuğum şey ne biliyor musun? Onun gibi olmak
(“Volkan Ayvazoğlu”)

Babaanne, sayende çok b*ktan bir çocukluk geçirdim
Hiç huzur görmedim, sürekli kavga içinde yetiştim
İşte her şey böyle gelişti, bize hiç huzur vermedin
(“İntikam Vakti”)

Ben kendimin psikoloğuyum, çocukluğuma iniyorum
Tam bir süt çocuğuydum, henüz 1'e gidiyo'dum
Rap yapacağımı bilmiyo'dum serserinin biri olup
Ve okuldayken hemen günün bitmesini diliyo'dum

Çünkü öğretmen benden başka kimseye takmadı
Beni sürekli aşağılardı, kırıcıydı lafları
“Ulan gerizekâlı, neden ödevini yapmadın?!”

(...)

Ve çıktığım kız bana şöyle diyen bir insandı:
“Volkan seni seviyorum, Batıkan da çok tatlı”
(“Doğduğumdan Beri”)

Ama benim üstüme fazla geldiler
Lanet olsun! Beni hasta ettiler
Bi' zahmet öfkemi mazur görün moruk
Çünkü benim gururumu paspas ettiler
(“Sevilmeyen Adam”)

“Aklı bir karış havada, bu çocuk deli be” dediler.
(“Tanrı”)

Babam rap müzikle uğraşıyorum diye bana “Salak” dedi
(...)
Baba oğlunla gurur duy, sayende o çirkef yetişir
(...)
Bir gün babamı patakladım aniden cinnet geçirip
(...)
O gün beni evden attı, sanki düştüm boşluğa
Sonra elimde bi' bavulla dedemin evine taşındım
Hiç kimse yanılmıyordu, evet aklımı kaçırdım
(“Son 2 Yıl”)

        Ceg ailesi ve çevresi dışında kendi hâlinden de şikâyetçidir:

Ama beni yadırgama fanboy
Ben böyle olmayı istemedim ki...
(“Böyle Olmayı İstemedim”)

İsterdim tertemiz ve saf biri olmak
(...)
İsterdim dünyadan umutlu olmak
(...)
İsterdim normal olmak
(“Normal”)

        Ceg tıpkı Küçük Prens'teki sarhoş gibi bir paradoksun içine hapsolduğunun da farkındadır:

Her gün bir önceki gece yaptıklarımı
unutmak için içiyo'm, bu paradoks
(“Dün Gece”)

Ben kendimle çelişiyorum, düşüncelerim karmaşık
(“Alter Ego”)

Volkan artık saf ve dargın, yerine Ceg sahne aldı
İyi de ben ben olamıyorsam bu tamamen sahtekârlık
(...)
Ve artık ayırt edemiyorum gerçekten kimim ben?
(“Deli miyim Neyim?”)

        Ceg bahaneler ileri sürse de kendisinin örnek alınmaması gerektiğini belirtir ve kendisini olumsuz sıfatlarla niteler:

Eğer aklın yerindeyse dersin bana “aşağılık”
Ama sen de deliysen dinlersin başa alıp
(“Müzikte Devrim”)

Serseriyim ben, sevme beni ve alma idol
(“Bu Gece”)

Çünkü ben gördüğünüz en manyak şeyim
Ben ne Superman'im ne de Rainman'im
(“Manyak Şey”)

        Ceg “Böyle olmayı ben istemedim.” der ama istemeyerek de olsa kötü biri olmanın en nihayetinde kötü biri olmak olduğunun bilincindedir. Bu tür bir ruh hâlinin aslında şeytanın işine yaradığının farkındalığıyla onun ağzından bir skit hazırlamıştır:

        Merak ediyorum. Artık aynaya baktığında kendini tanıyabiliyor musun? Ne kadar değiştiğinin farkında mısın? Kendine objektif açıdan bakabiliyor musun? Kim olduğunu biliyor musun? Hayatında olumsuz giden şeyleri birer bahane olarak kullanmaktan vazgeç! (...) Bunların hiçbiri gerçek suçlu değil. Kendine yalan söylemeyi kes. Böyle olmayı kendin istedin Jag. Sen artık Volkan Ayvazoğlu değilsin. Sen artık iyi birisi de değilsin. Ha ha ha...
(“Şeytan (Skit)”)

        Ceg kendi hayatı, bilinçaltı ve dış dünya hakkında abartıya ve çirkinliğe kaçan resmediciliğinin aslında bir tür uyarı niteliği taşıdığını da söyler:

Parazit yapma, hepsi kara mizahtı
(“Bu Gece”)

Ben gerçekleri anlatıyorum, aslında bu yardım
(“Kötü Çocuk”)

Herkes inanmak istediği şeye “gerçek” diyor
(“Dünya Umrumda Değil”)

Benim söylediğim şeylerde hiçbi' sakınca yok
Çünkü bunlar dünyanın gerçekleri
Ben televizyondaki diğer insanlar gibi günlük hayatta gizli saklı her b*ku yiyip
televizyona çıkınca çok iyi bir insanmışım gibi davranamam
Ben neysem oyum ve müziğim de aynen öyle
(“Orta Parmak”)

        Ceg'i bu noktada natüralistlere, özellikle de Hüseyin Rahmi Gürpınar'a benzetebiliriz. Hüseyin Rahmi Gürpınar Ben Deli miyim? romanı tefrika edilirken eleştiri konusu olmuş ve mahkemeye çıkarılmıştır. (Ceg'in bir şarkısının adının “Deli miyim Neyim?” olması da manidar.) Mahkemeye çıkarılma sebebi romandaki karakterin bir davranışıdır; ancak Nuri Sağlam bu yargılamanın altında yatan sebebin romanda yer verilen siyasi eleştiriler olabileceğini söyler:

        Esasen içinde yaşadıkları toplumu ahlâksızlıkla itham eden Şadan ve Kalender Nuri adlı iki dejenere tipin birtakım iğrenç arzular peşinde nasıl entrikalar çevirdiklerini işleyen roman, söz konusu dejenere tiplerin insafsızca yerdikleri bütün sosyal hastalıklarla bizzat malûl olmalarından kaynaklanan psikolojik bir paradoks üzerine kurulmuştur. Fakat bu paradoks, -yazarın, sorumluluğunu taşımayacağı geniş bir eleştiri özgürlüğü sağlamaya yönelik teknik bir tasarrufu olmaktan öte- her türlü sapıklığa yol açabilen manevî ve ahlakî bunalımların ancak sosyal buhranın bir neticesi olduğunu vurgulamak amacına matuftur. Bu yüzden yazar hakkında açılan ahlâk davasının gerçek sebebini, henüz yarı deli ve dejenere bir tip olduğunu bilmediğimiz Şadan'ın “birkaç zamandır” aklını “Ben deli miyim?” fikrisabitine (obsession) düşüren siyasî ve sosyal gelişmelere karşı, romanın birinci bölümünde gösterdiği şiddetli tepkilerde aramak lâzımdır. (Nuri SAĞLAM, “'Ben Deli miyim?' Romanında 'Ahlâka Aykırı Neşriyat' Yaptığı Gerekçesiyle Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın Yargılanması”, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, Cilt: 32, 2004, s. 109-130.)

        Hüseyin Rahmi'nin kendisini savunurken söylediği sözler de Ceg'in yukarıya aldığımız sözleriyle benzeşir:

        Roman, ahlâkın aynasıdır; onun objektifi, gördüğü manzarayı alır. Müddeiumumî istiyor mu ki roman gördüğü çirkinlikleri, yaraların kokusunu değiştirsin, riya, cehl ve taassuba âlet olarak hakikati diri diri gömdürmeye razı olsun?.. Fakat, o zaman hikâyenin, sanatın lüzumu kalır mı? Hayır efendim, hayır! Hiçbir hükûmet, hiçbir memleket, sanatı asaletinden soyup, yalancı şahitlik derecesine indiremez. (“Hüseyin Rahmi Bey Beraat Kazandı”, Vakit gazetesi, Sayı: 2428, 1 Ekim 1924, s. 1-2.)

        Ceg'in şarkılarda yansıttığı karakterin Küçük Prens'teki sarhoş haricinde bu romandaki deliye benzediğini de söyleyebiliriz, ama yazımızın amaçları dışında kaldığı için bu noktanın ayrıntısına girmiyoruz.


        İş adamı - Sansar Salvo

        Küçük Prens'in uğradığı dördüncü gezegende bir iş adamı vardır. Bu adam sürekli hesap yapmakta ve Küçük Prens'le doğru dürüst ilgilenmemektedir. Hesabını yaptığı şey yıldızlardır ve kendisini bunların sahibi sayar. Ayrıca sürekli “Ciddi bir adamım ben, önemli işlerle ilgilenen bir adamım ben.” falan der. Türkçe rap'te işine bu derece bağlı bir isim olarak Sansar Salvo'yu düşünebiliriz. Kendisi Türkçe rap'teki en üretken isimlerden biridir ve yapılan röportajlarda, tweet'lerinde şarkılarından “proje” diye bahseder. Attığı bir diss (“Like Diss”) bile onun için bir proje olmuş ve dinleyicilerine sunulmak için bir yıl demlenmesi gerekmiştir. Sansar'ın şarkılara kimi zaman “şarkı” yerine “proje” demesi bize iş adamının yıldızlara “yıldız” diyemeyişini anımsatır:

        “Beş yüz bir milyon...”

        “Milyon ne?”

        Kurtuluş yolu olmadığını anlayan işadamı:

        “Ara sıra gökte gördüğümüz küçücük şeylerden beş yüz bir milyon tane.”

        “Sinek mi?”

        “Yok canım. Tembellere türlü düşler kurduran şu küçücük sarı şeyler. Ama ben ciddi bir adamım. Öyle düş filan kuracak vaktim yok.”

        “Ha, yıldızları diyorsun.”

        “Evet, evet. Yıldızlar.” (s. 55)

        Romandaki iş adamının hesaplama uğraşıyla rap'in matematiksel tarafı arasında da bağlantı kurulabilir. Rap'te rhyme, flow gibi işin matematiği olarak görülen kıstaslar vardır ve Sansar bu kıstaslara sıkıca bağlıdır. Öyle ki bazı şarkılarında anlattığı şeylerden ziyade flow ve rhyme'lar dikkat çekici hâle gelir; bu da onun şarkılarında dinleyicilerin şikâyetçi olabildiği bir noktadır. Bununla birlikte bu gibi hususlar dile getirildiğinde Sansar bu eleştirileri fazla dikkate almayıp tıpkı iş adamının “Önemli bir adamım ben.” demesi gibi dinleyicilerini eleştirebilmektedir. Bunlara ek olarak, iş adamının yıldızlara sahip çıkışı gibi Sansar da Türkçe rap'e sahip çıkan açıklamalar yapabilmektedir. Khontkar'a “Sen Türkçe rap için ne yaptın?” sorusunu sorması, “Bence Sagopa ve Norm Ender rap yapmasın.” yorumunda bulunması bunun göstergeleridir. Ayrıca romanda iş adamının “Krallar sahip olmazlar, yönetirler. Ayrı ayrı şeyler bunlar.” derken bir anlamla krala (Yazımıza göre Sagopa Kajmer'e) gönderme yaptığını düşünürsek iş adamının Sansar'a benzediği yolundaki fikrimiz güçlenir.


        Lamba bekçisi & Tilki & Demiryolu makasçısı - Dinleyiciler

        Türkçe rap homojen yapıda olmadığı gibi dinleyici kitlesi de homojen yapıda değildir; melankolik rap sevenler vardır, protest rap sevenler vardır; zor beğenenler vardır, “emeğe saygı”cılar vardır, ne istediğini bilmeyenler vardır... Dinleyicilerin kendi içinde de “bilinçli dinleyici X bilinçsiz dinleyici” ve fanboy, hater gibi niteleme ve ayrışmalar söz konusu olabilmektedir. Küçük Prens'teki lamba bekçisini, demiryolu makasçısını ve tilkiyi de farklı dinleyici gruplarına benzetebiliriz.

        Lamba bekçisi - Romandaki lamba bekçisi dakikada bir lambasını yakıp söndürmektedir ve bu durumdan dert yanar:

        “Lanet bir iş bu benimki,” dedi. “Eskiden akıl ererdi. Sabah söndürür, akşam yakardım. Günün geri kalan saatlerinde dinlenir, gecenin geri kalan saatlerinde de uyurdum.”

        “O zamandan bu yana yönetmelik değişti mi?”

        “Yönetmelik değişmedi. İşin kötüsü de bu ya. Gezegen her yıl daha hızlı dönmeye başladı, yönetmelik ise yerinde saydı.”

        “Sonra?”

        “Şimdi gezegen dakikada bir dönüş yapıyor; dinlenmeye bir saniye vaktim kalmıyor. Dakikada bir kez yakıp söndürüyorum.” (s. 60)

        Gezegenin dönmesindeki artış hızını Türkçe rap'teki kalabalıklaşmaya, popülerleşmeye ve bunun neticesinde gerçekleşen üretim artışına benzetebiliriz. Dinleyicilerin bir kısmı da yeni çıkan işlerin önemli bir kısmını dinleme gayretine girişebilmekte ve dinledikleri işlerin çoğunu beğenemeyip “Eskiden rap daha güzeldi.” diye düşünebilmektedirler. Yeni çıkan işlerin çoğunu dinleme gibi bir zorunlulukları olmamasına karşın dinlemeyi sürdürmeleri, pek beğenemedikleri rapçilerin şarkılarını da “Acaba bu sefer iyi mi?” veya “Gene ne saçmalamış acaba?” gibi düşüncelerle dinlemeye devam etmeleri de lamba bekçisinin düştüğü garip duruma benzetilebilir.

        Küçük Prens lamba bekçisinin hâline acıdığı için ona tavsiye verir, ama lamba bekçisi bu tavsiyeye önem vermez ve “Ben hep dinlenmek isterim.”, “Hayatta asıl sevdiğim şey uyumaktır.” gibi karşılıklar verir. Bu da bir şeylerden şikâyetçi olduğu hâlde bu durumlardan kurtulmak adına bir şey yapmayan, tabir-i caizse ne istediğini bilmeyen dinleyicileri düşündürür. Sürekli eğlenceli şarkılar üretilmesinden şikâyetçi olunur ama ciddi şarkılar üretildiğinde az kişi tarafından dinlenir, kadın rapçiler battle rap yaptıklarında “Erkek gibi yapmasınlar.” denir ama melankolik rap yaptıklarında dinlenmez vs.

        Tilki - Tilki, romanda Küçük Prens'e bazı hakikatleri öğreten bir dost olarak görünür ve Küçük Prens'ten onu evcilleştirmesini ister. Tilkinin evcilleşmesi durumu herhangi bir rapçinin şarkılarını dinlemeye alışık olma durumuna benzetilebilir. Küçük Prens'i diğer kişilerden ayıran şey onun tilkiyi evcilleştirmesi olduğu gibi, bir rapçiyi diğer rapçilerden ayıran şey de onun şarkılarıyla kurduğumuz bağ olacaktır.

        Tilki Küçük Prens'e birtakım şeyler öğretir. Dinleyicilerin bir kısmı da kendilerine sunulan şarkıları “Çok güzel” veya “Olmamış” gibi ifadelerle nitelemekten öteye geçerek nitelikli, yapıcı eleştirilerde bulunabilirler. Bu, kendisini geliştirmekte olan bir rapçiyle nitelikli bir dinleyici arasında gelişirse romandakine daha yakın bir durum ortaya çıkabilir.

        Tilki Küçük Prens'in her gün aynı saatte gelmesini de ister:

        “Hep aynı saatte gelsen daha iyi olur,” dedi tilki, “sözgelimi öğleden sonra saat dörtte gelecek olsan ben saat üçte mutlu olmaya başlarım. Her geçen dakika mutluluğum artar. Saat dört dedi mi merakımdan yerimde duramaz olurum. Mutluluğumun armağanını veririm sana. Ama gelişigüzel gelirsen içimi sana hangi saatte hazırlayacağımı bilemem.” (s. 80)

        Tilkinin bu söyledikleriyle bağlantılı olarak da şarkıların çıkış vakitlerinin önceden duyurulması ve Youtube'da ilk gösterimlerinin planlanması durumunu düşünebiliriz. Şarkılar belirli bir çıkış tarih ve saatiyle duyurulduğu zaman dinleyicilerde bir beklenti oluşmakta, daha şarkı çıkmadan muhabbeti edilmeye başlanmaktadır; bu da tilkinin henüz Küçük Prens gelmeden yaşayacağını belirttiği heyecanın bir benzeridir.

        Türkçe rap'te rap'i bırakan kimseler de olmuştur, Küçük Prens'in tilkiden ayrılışı ve sonrasında tilkinin üzülmesi de rap'i bırakmış bir rapçinin kitlesinin durumuna benzetilebilir.

        Demiryolu makasçısı - Romanda demiryolu makasçısı insanlar hakkında fikir yürüten biri olarak karşımıza çıkar. Yaptığı işi de şu şekilde niteler:

        “Yolcuları bölük bölük ayırıyorum. Onları taşıyan trenleri bazen sağa yolluyorum, bazen sola.” (s. 85)

        Dinleyicilerde bu tarz bir ayırıcı vasıf kendilerince kaliteli şarkıları kalitesizlerden ayırmak şeklinde tezahür edebilir. Lamba bekçisi üzerinden beğenmediği şarkıları da dinleyen ve sürekli şikâyet ettiği hâlde bu şarkıları dinlemekten vazgeçmeyen kişiler olabileceğinden bahsetmiştik, demiryolu makasçısı gibi olan dinleyiciler ise ayırıcı vasıflarıyla lamba bekçisine benzeyen dinleyicilerden ayrılmaktadırlar. Makasçının “Kimse yerinden memnun değildir.” cümlesi ve ne aradıklarını bilen kişiler hakkında yaptığı “Ne mutlu onlara.” yorumu da makasçı tipli dinleyicilerin rastgele üreten rapçiler ve rastgele dinleyen dinleyiciler karşısındaki tutumuyla bağdaştırılabilir.


        Coğrafyacı - Rap dinleme listelerini hazırlayanlar

        Rap'in dijital ortamlarda fazla dinlenmeye başlamasının ardından Spotify platformunda belirli aralıklarla güncellenen rap listeleri hazırlanmaya başlandı. Bildiğimiz üç tane rap listesi var, bunlardan biri piyasadaki rapçilerin, biri underground rapçilerin, diğeri de bayan rapçilerin şarkılarından oluşmakta. Bu listeler birtakım eksiklikler barındırdığı için eleştiri konusu olmaktadır. Küçük Prens'teki coğrafyacıyla bu listeleri hazırlayanlar arasında bağlantı kurmamızın sebebi de coğrafyacının kendisinin kâşif olmadığına dair vurgusu:

        “Gezegeniniz çok çok güzel. Okyanusları var mı?”

        “Bir şey diyemem.”

        “Kentleri, ırmakları, çölleri?”

        “Ona da bir şey diyemem.”

        “Hani siz coğrafyacıydınız?”

        “Tamam,” dedi coğrafyacı, “ama kâşifim dememiştim. Gezegenimde tek kâşif yok. Kentleri, ırmakları, dağları, denizleri, okyanusları ve çölleri bulup çıkarmak coğrafyacının görevi değildir ki. Coğrafyacının gezinecek vakti yoktur. Masasının başından ayrılmaz. Kâşifler ayağına gelirler. Onlara sorular yöneltir, yolculuk anılarını not eder. Bunlardan birinin anılarını ilginç görürse o kâşifin dürüstlüğü konusunda soruşturma yapar.” (s. 63-64)

        Coğrafyacı gibi, Spotify listelerini oluşturanların da kâşif olduğu -ya da kâşiflerse de bu kâşifliklerini listelere çokça yansıttıkları- söylenemez. Listelere bakıldığında geniş kitlelerce keşfedilmiş kişilere ağırlık verildiği görülecektir. Çok tanınan bazı kişiler sık sık yeni şarkı çıkarmasalar da her daim listelerde bir iki şarkıyla yer alabilmekte, çok tanınmamış isimlerse sadece yeni şarkı çıkardıklarında listelerde yer almaktadırlar. Listelerde hiç yer alamayan rapçiler de vardır. Bu noktada coğrafyacının şu kısımdaki sözleri de anlam kazanmaktadır:

        “Bizim orası o kadar ilginç değil. Küçücük bir yer. Üç yanardağım var. Bunlardan ikisi püskürür hâlde, biri de sönmüş. Ama belli olmaz tabii.”

        “Hiç belli olmaz.”

        “Bir de çiçeğim var.”

        “Çiçekleri kaydetmiyoruz.”

        “Neden? Gezegenimdeki en güzel şey o çiçek!”

        “Kaydetmiyoruz. Çünkü çiçekler bugün var yarın yok. Yani geçici.” (s. 65)

        Coğrafyacının kaydetmediği çiçek listelere giremeyen veya arada bir giren rapçilere, yanardağlar da listelerde kendilerine sürekli yer bulan rapçilere benzetilebilir. Sönmüş yanardağ da uzun süre yeni şarkı çıkarmasalar da listede kendilerine sürekli yer bulabilen kişilere benzetilebilir.


        Satıcı - Label patronları

        Küçük Prens romanın bir bölümünde kendisine susuzluğu giderici haplar satmak isteyen bir satıcıyla karşılaşır. Satıcının bunları satmasındaki sebep insanlara zaman kazandırmaktır:

        “Bunları neden satıyorsun?” diye sordu Küçük Prens.

        “Zamanın boş yere harcanmasını önlemek için. Uzmanların hesabına göre bu haplar alınınca haftada elli üç dakika kazanılıyor.”

        “Peki, bu elli üç dakikada ne yapacağız?”

        “Canın ne isterse.”

        “Keyfimce harcayacak elli üç dakikam olsaydı ağır ağır bir çeşmeye doğru yürürdüm.” dedi Küçük Prens.” (s. 87)

        Romanın bu bölümünde, insanların kazanç addettiği şeylerin aslında ne kadar temelsiz olabileceğine vurgu yapılmıştır. Araçların amaç yapılması insana bir şey kazandırmaktan ziyade kaybettirir. Türkçe rap'te label'ların oluşması rap'in diğer müzik şirketlerinin elinde oyuncak olmaktan kurtulması adına anlamlı bir adım olduysa da dinleyicilerin pek de işine yaramayacak adımların atılmasına da sebebiyet verebilmiştir. Bir zamanlar mevcut olan Hiphoplife tekeli Sagopa Kajmer gibi bir rapçinin rap'ten dışlanmaya çalışılması ve onların tekeline sığınmayan rapçilerin yükselememesi gibi durumlara yol açmıştır. İşin ticari boyutunun olması rap'te ticari işlerin artmasına yol açmış ve bu da dinleyicilerde Küçük Prens'teki gibi bir memnuniyetsizliğin doğmasına yol açabilmiştir. “Şimdi bu dinleniyor.” mantığıyla elle tutulur şeyler anlatmayan şarkılara yönelinmesi rap'in gelişmek yerine geriye gitmesi sonucunu doğurmuştur. Ayrıca R&B ve pop'a kayan işler de bu label'lardan yayınlanabilmekte ve bu da dinleyicilerin bu label'lara olan teveccühünü azaltabilmektedir.


        Gül - Kolera

        Küçük Prens'in çiçeğinin / gülünün en belirgin özelliği narinlik ve gururdur. Gururu dolayısıyla kendisini güçlü gösterse de bir yandan aslında zayıf olduğunu da itiraf eder:

        Çiçeğin bu gereksiz çalımı gücüne gitmişti Küçük Prens'in. Dayanılacak gibi değildi. Sözgelimi bir gün dört dikeninden söz ederken şöyle demişti:

        “Bende bu dikenler varken bütün kaplanlar pençelerini bileyip gelsinler bakalım!”

        “Bu gezegende kaplan yoktur,” dedi Küçük Prens, “hem kaplanlar ot yemez ki zaten.”

        “Ben ot değilim,” diyerek gülümsedi çiçek.

        “Çok özür dilerim...”

        “Ben kaplanlardan filan korkmam ama rüzgâr deyince iş değişir. Bakın rüzgârdan ödüm kopar. Beni rüzgârdan koruyacak bir şeyiniz var mı acaba? Sözgelimi bir paravan...”

        “Bir bitkinin rüzgârdan korkması olacak iş değil,” diye düşündü Küçük Prens. “Bu çiçekten bir şey anlamadım.”

        “Gece fanusa koyarsınız beni. Burası çok soğuk. İyi bir yer değil.” (s. 37-38)

        Her insanın güçlü ve zayıf yanları vardır elbette ve kimi insanlar da zayıf yanlarını gizleme ihtiyacı duyabilirler. Türkçe rap'te bir yandan zayıflıklarını dokunaklı şekilde anlatırken bir yandan da insanlar ve hayat karşısında ne kadar güçlü, rap konusunda ne kadar maharetli olduğunu anlatan kişi Kolera'dır. Kırılganlıklarını ve kırılmışlıklarını anlattığı satırlara örnekler:

Boşluğun kulesinde asılı kaldım
Sallandı hayatım ve ayaklarım
Yerin dibine çekildi vücut sıcaklığım
Pratik bir ölüm taktiğiydi oysa
Kendimi ikna edemedim
Kırık kemiklerimle bir düello arifesinde kendime çıkan garip bir merdivenim

Gizli saklı odasında kaldı, dalgınlığına daldı
Rüyasını yumuşak bir halıya sardı, frenlerim boşaldı
Hoşça kal hayat, gidişatı gözüm pek tutmadı
Kemirilmedi mi söyleyin bu kızın eti, kemiği, kıkırdağı?
(“El İzi Koleksiyonum”)

Sen hiç kendine ağladın mı?
Ben çok ağladım
Uyandığım bu dünyada en çok kendime acırdım
(“Zor İş”)

Resimlerimi yaktım artık, çerçevelerim kiralık
Benden güzel, benden iyi her Havva kızı, ben bir hastalık
Avutulmak istiyorum bir omza kafamı yaslayıp
Mutlu gözüksem de kalpte şirazam kayıp
(“Yarıda Bırak”)

Şu an tüm insanlara kırgınım, ah be hayatım
Bana aldırma, sen bilmez misin bedellerden yılgınım
Ben hep böyle dargınım, dinmez yangınım
(“Gerilim Macera ve Suç”)

        Zayıf veya yaralanmış olsa da güçlü göründüğünün veya kendini toparlamak için güçlendiğinin ifadesi olarak da şu satırlar örnek verilebilir:

Sanma ki gökten zembille indim ben
Kolum kırılsa da gizler onu hep bir yen
Cefasını bulur herkes zaten sessizce içinden
Ne batıklar çıkar benim denizimden
Karanlığı yoktur benim dehlizimden
Sanma ki hâlime içlenmem sessizce içimden
(“Sessizce İçimden”)

Hayat böyle davrandıkça sert bir iki ağlıyor, yoruluyor, bitkin düşüyorsun
Sonra düşünüyorsun, sert bir komutan gibi hamlelerini hesaplıyorsun
Üzerindeki tozları silkip tekrardan başlıyorsun
Ben ne bileyim, madem öyle katı olayım yeri gelince
(“Korkusuz”)

Vücudumdаki bu çirkin izleri hiç tаkmıyorum,
Tişörtümdeki kurşun deliklerini sаymıyorum,
Derisi kаlkmış yumruklаrımı аrtık sаrmıyorum
Hissizleştim, аcı duymuyorum.

Kendi türüyle beslenen böcektiler, kemirdiler
Yаrа bаndım yаpmаdım kimseyi
Kendini iyileştiren bir hayvan gibiyim
(“Umudunu Kaybetme”)

Yanılmıyorsun artık
Şaşırmıyorsun artık
Sarsılmıyorsun artık
Dağılmıyorsun artık
(“İkilem”)

        Kolera gücünü her zaman sonradan kazanılmış bir güç olarak göstermez, gülün “Bende bu dikenler varken bütün kaplanlar pençelerini bileyip gelsinler bakalım!” derken yaptığı gibi meydan okuyucu bir ruh hâline bürünür. Böyle anlarda rap'i de dikenleri olur:

Bas bas bağırarak geliyorum, sakının
Hadi kumdan kalelerinize kaçışın
Pamuk mermilerle savaşmam, anla!
Bir bir anla!

Bana müziğimi verin, olacağı görün.
(“Bir Bir Anla”)

Kolera şampiyon bu yıl, aksiyon tavanda!
Kopyacı tembelleri ıslatarak döverim havanda
(“Den Den Koy”)

Bir taşla yardım çok baş, telaşla kaçış kardaş
Müzikle ben karındaş, benimle gel vatandaş
(“Hiphop Hybrid” [feat. Illa Ills])

Sıra dayağına çekti yazıp söylediklerim
Ve soğukkanlılık tamamen içime işlemiş
(“Kolokolik”)

Koca bir dağı kaldıracak gibiyim
Ben o volkana değebilecek kişiyim
Sıradan bir kızın biriyim ama ben
bana dokunanın hakkından gelirim
(“Pespaye”)

        Kolera'nın gücü ve dayanıklılığı haricinde gururu ve özgüvenini yansıtan sözleri de vardır:

Ben kendimden şüphe etmem ki
Tersini söyleyene kulak asmam ki
Lafımın üstüne laf konuşulamaz ki
Mikrofondaki kız ben her zamanki
(“Düzenim Böyle İşler”)

Kaç kere yıkıldı düşlerim de yine de
Dağ gibi duruyorum, sabitim yerimde
Sars beni, bir milim oynamam ki yerimden
Ağaç gibi salmışım köklerimi derine

Kır dallarımı, kopar yaprağımı,
Tek tek topla eteğimdeki taşları
Dağ gibi dururum, eksiltemezsin beni
Ağaç gibi salmışım köklerimi derine
(“Dağ Gibi”)

Her sorunumun üstesinden gelirim
Yok kimseye dökecek gözyaşım
Ben kendimi herkesten iyi bilirim
Yaklaşma, belada hep başım

Yok kimseye güvenim, bana yeterim
Ben giderim uzaklara
Hem kime güvenip yola çıkayım
ben kendimden başka?
(“Üstesinden Gelirim”)

Kan ter içinde bu zor imkânımı kendim var ettim yine yoktan
Kaçardı başkası çoktan ama dinozor çıktı kabuktan
Sana sürpriz: Pire beklerken sen dev çıktı karşına oyuktan
(“Bana Sorabilirsin”)

        Kolera'nın Küçük Prens'in gülü gibi fark edilme, sevilme ihtiyacı ve çabası olduğunu yansıtan sözleri de vardır, ama bu kısımlarda güldeki gibi gurur ve çalım yoktur:

Benden başka kim ısrarcı sende bu kadar?
Ayırt et beni, fark et beni
Bardak gibi kır bırak beni
Ama bırakma beni!
Bırak şu çocukluğu
İkimizi de yakmak üzeresin
Sakladığım sabır tükendi
Ben de taşmak üzereyim (Yapma)
Nereye kadar dayanacak ha bu kalp?
(“Zor İş”)

Söyle bana daha önce hiç kimseciklere söylemediğin sözler (Söyle!)
(“Sen Nasıl Bir İnsansın”)

Sana yaş döken elaları artık güldürmen gerek
(...)
Sen benim değil, kendi kendinin prensisin
(...)
Seviyorsan belli et!
Bu kalp değil bir parça et
Daha fazlası
Daha daha fazlası
(“Rüsvay”)

Of be!
Tükendiğimi göremedin günden güne
Artık gör be!
İki gözü açık körebe oynuyorsun, artık kendine
gel be!
Bu tepkisiz hâllere artık bi' son ver
Tepki göster be!
Yeter, yeter, artık yeter, yeter
(“Körebe”)

Beklentim yoktu hiç, beni sev istedim sade
Sen ne anlarsın ya hâlden, sahi ne anlarsın benden?
(“Ölüm Gerçekmiş”)

        Küçük Prens gezegeninden ayrılmaya karar verdiği zaman gülü de onu sevdiğini belli eder. Kusurlarını da itiraf eder ama gururundan dolayı Küçük Prens'te de hata arar:

        “Budalalık ettim,” dedi. “Bağışla beni. Mutlu olmaya çalış.”

        Sitemsiz konuşması şaşırtmıştı Küçük Prens'i. Elinde çiçeğin camdan evi, öylece kalıverdi. Bu tatlı uysallığın nedenini kavrayamamıştı.

        “Sevmez olur muyum seni,” dedi çiçek. “Sevgimi anlamadınsa suç bende. Hem ne önemi var. Ama sen de az alıklık etmedin. Hadi mutlu olmaya çalış. Şu fanus da kalsın. İstemiyorum artık.” (s. 42)

        Kolera şarkılarında âşığına yüz vermeyen bir sevgili profili çizmezse de sevdiğinden yüz bulamayışı karşısında onu suçlayan bir karakteri yansıtır:

Bana seni çok görüyorsun, sadece seni seviyorsun.
(“Seni Seviyorsun”)

        Kolera'nın gül gibi kırılgan ve gururlu olduğu için karşısındakini incitebileceğinin ifadesi olarak da şu satırları gösterebiliriz:

Dokunmasınlar bana, bir tırtıl gibi zararsızım,
Eline almadıkça beni bir kirpi kadar uysalım ama
Söz ver ısrar etmeyeceksin sevmek için tüylerimi
Kim bilir bir anda batar dikenim belki
(“Bilmediğin Yere Doğru”)


        Çiçek - Rozz Kalliope

        Küçük Prens'in kendi çiçeği dışında -gül bahçesindekileri saymazsak- romanda kısa süreyle gözüken bir çiçek daha vardır. Bu çiçek üzerinden insanların değişken ruh hâllerine ve arayışlarına gönderme yapılır:

        “İnsanlar nerede?” diye sordu Küçük Prens.

        Çiçek, eskiden bir kervan görmüştü.

        “İnsanlar mı?” diye tekrarladı. “Galiba altı yedi insan var. Yıllar önce görmüştüm. Ama kim bilir şimdi neredeler? Rüzgârla sürüklenmişlerdir. Kökleri yok, yaşamları güç oluyor bu yüzden.”

        “Hoşça kal,” dedi Küçük Prens. (s. 72)

        Bu kadar kısa bir diyalogdan hareketle bir rapçiyi bu çiçeğe benzetmek fazla isabetli olmayacaksa da buna en uygun düşen kişinin Rozz Kalliope olduğunu söyleyebiliriz. Çiçeğin birkaç yıl önce görmüş olduğu kervan kendisinin bir zamanlar içinde bulunduğu oluşuma (258 Noise) benzetilebilir. Köklerine bağlılık da Rozz Kalliope'nin bir özelliğidir. Rozz farklı tarzlarda şarkıları olmakla birlikte bu şarkılarda genellikle sesini güzel kullanmaya özen gösterir ve son dönemlerde arabesk esintili rap'lere ağırlık vermeye başlamıştır. Arabesk kültürünün onun hayatında önemli bir yeri vardır ve bir röportajında eski arabesk rap parçaları hâlâ dinlediğinden bahsetmiştir. Ayrıca Rozz şarkılarında karakterinin sağlamlığından da bahseder, “Değişmem” isimli bir şarkısı da vardır.


        Yılan - Şöhret

        Küçük Prens romanın bir yerinde bilmece gibi konuşan bir yılana rastlar; bu yılan romanın sonunda Küçük Prens'in isteği doğrultusunda onu sokacaktır. Yılanın ona söylediği şu cümleler onu şöhrete benzetmemize olanak sağlamaktadır:

        “İnsanların arasında da yalnızlık duyulur.” (s. 70)

        “Bir kral parmağından daha güçlüyümdür. (...) Seni gemilerin gidemeyeceği kadar uzağa götürebilirim. (...) Dokunduğum her yaratığı geldiği yere, toprağa yollarım. Ama sen tertemizsin ve bir yıldızdan geliyorsun...” (s. 70)

        Şöhret herkeste olumsuz tesir yapmaz. Kimisi geniş kitlelerce tanınsa da bu şöhreti iyi yönetebilir ve sanatından taviz vermeyebilir, ama şöhret uğruna veya şöhrete kavuştuktan sonra karakterinden ve/veya sanatından ödün veren kimseler de her zaman olagelmiştir. Gemilerin gidemeyeceği kadar uzağa gitmek geniş kitlelerce tanınmaya, insanların arasında yalnızlık duymak şöhretin getirebileceği yalnızlık duygusuna, yılan tarafından sokulmak da şöhretin etkisiyle olumsuz işlere yönelmeye benzetilebilir.

* * *

        İrdelememiz sonucunda şunu diyebiliriz ki Türkçe rap'te birçok farklı karakterde rapçi mevcut. Şarkı sözlerinden veya söylem ve davranışlarından hareketle rapçilerin kişiliklerini incelediğimizde de Küçük Prens'teki kahramanlar gibi çeşitlilik arz ettiklerini ve anlamlı bir bütün oluşturduklarını görüyoruz. Söz konusu rapçilerin bu yazımızda değinmediğimiz yönleri de var elbette; ancak biz yazımızın amaçları doğrultusunda onlara birer roman kahramanı gibi yaklaşmaya çalıştık. Eksik, abartılı veya zorlama yorumlarımız varsa yazımızın esprisi çerçevesinde mazur görülmesini dileyerek yazımızı noktalayalım.